ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
ekşi itiraf
- eğer biri benle konuşurken ismimi hatırlayamadığı fikrine kapılırsam (fazlasıyla güzelim, canım, cicim vs. derse), ismimi cümle içinde kullanıyorum. "sonra ben de kendime dedim ki, bak keyfekeder bu işte yanlışsın kızım." "alemin derdi ben olmuşum: keyfekeder aşşa keyfekeder yukarı." biçiminde. karşı taraf ilk cümlesinde ismimi kullanmaya başlayınca da, aptal aptal sırıtıyorum. iyilik yapıp denize atıyorum, kimse bilmiyor ama olsun. bugün yatayım yarın koşabilirim, inanıyorum.
truman show psikolojisi
- modern çağda bireyin etrafını sarmış bürokratik, elektronik, ekonomik, kültürel, düşünsel falan bütün gözetim mekanizmalarının etkisiyle panoptisizmin aşırı içselleştirilmesi durumu. tedirgin ve güvensiz ama hamdolsun modern olmanın semeresi. modern zamanlarda aşkın, aşıkın ve maşukun kaydıihtiyadının sebebi; ki en çok da bu üzüyor benim tedirgin toplum bilimcisi yüreğimi.
25 aralık 2016 tsk'nın canlı yakaladığı deaş'lılar
- (bkz: havalar da çok soğuk)
kezban vs nietzsche
- nietzsche: tanrı öldü.
kezban: senin derdin tanrı olmuş, demek ki zamanında iyi koymuş.
dışarıdayken etraftan duyulan yaran diyaloglar
- mekan: iddaa bayisi
- lan naci namaza başlamışsın diolar doğru mu?
- he valla başladık abi, hakkımızda hayırlısı..
- 5 mi la?
- ne 5 mi abi tabi 5 vakit alla allaaa
- sistem 4-5 yap lan naci bi vakit kaçırsan da günlük sevabı kurtarıyon tek vakitten yatma bak!
kompil bayii : tehaha tehahahaa vir eyle kahkahatül tufaaaan!
sana bakanlarımı gönderdim ama sen adam değilsin
- memleketin başının üslubuna bak. bu adamın hala %30 oy alabilmesi bu ülkenin ayıbıdır.
ispanya'nın sığınmacılara ateş açması
- kendi ulkelerinin anasini s*ktikten sonra ispanya'ya goc ederek oranin da anasini s*kmek isteyen istilacilara ispanya sinir muhafizlarinin mokokoyu gostermesidir.
van'da, kilis'te buna benzer birkac onleme girisimi olsaydi su an en az 1-2 milyon arap/paki istanbul'un avmlerinde milletin gotunu cekmek yerine lahor veya rakka'da irgatlik yapiyor olurdu.
ligtv'nin maç özetlerine tekel skandalı
- bu topraklarda bjk-gs-fb vs. gollerini izleyerek avunan yaşlı insanlar var. dokunmatik ekran, 4.5g, wifi bilmeyen insanlar bunlar. aç köpek tff-digitürk-ligtv işbirliği, önce pasolig çıkarttı şimdi de maç özetlerini tekeline aldı. maçlar oynanıyor, bitiyor, babalarımız dedelerimiz seyredemiyor. 75 yaşında adamlar stada mı gitsin, kahvelerde mi sürünsün maç seyretmek için, yoksa o yaşta akıllı telefon alıp, ligtv mi indirsin cihazına. kaldı ki wifi olmadan ligtv uygulamasında maç yayını izlenemiyor, o zaman bir de eve adsl alsın! reklamları da cabası! herkesi bıktırdılar, soğuttular. digitürk'ü de iptal ediyorum yakında. 75 yaşındaki babamın avuntusunu elinden aldılar ya, allah bunların tez zamanda belasını verir, hepsi iflas eder de, sürüm sürüm sürünürler inşallah.
19. milli eğitim şurası
- liselerde bir saat olan zorunlu din dersinin iki saate çıkarılması kabul edildi.
- turizm liselerinde okutulan alkollü içki ve kokteyl hazırlama dersinin kaldırılması önerisi kabul edildi.
- anaokulu eğitimi oyun temelli olacak ve değerler eğitimi verilebilecek.
- okul öncesinde tekli eğitime geçilecek.
- görsel sanatlar ve müzik dersi haftada en az ikişer saat verilebilecek
- ilkokullarda ders saatleri 30 saate ile sınırlandırılabilecek. bunun beş saati serbest etkinlik olarak değerlendirilebilecek. serbest etkinliğin içeriğine veli talebiyle okul müdürü karar verecek.
- 1, 2 ve 3. sınıflarda zorunlu din dersinin verilmesi kabul edildi.
- din kültürü ve ahlak bilgisi dersi programında alevilik'e ilişkin içeriğin geliştirilmesi önerisi reddedildi.
- ortaokulda tam gün eğitime geçilebilecek.
- ortaokullarda haftalık ders saatleri azaltılabilecek.
- üstün yetenekli öğrencilerin eğitimi için yeni bir müfredat hazırlanacak.
- ortaokullarda okutulan inkılap tarihi ve atatürkçülük dersi gözden geçirilerek güncel anlayışlar ve yöntemler doğrultusunda yazılabilecek.
- ortaokullarda sağlık ve trafik dersi kaldırılabilecek.
- hafız olmak isteyen öğrenciler için ortaokul eğitimine ara vermek isteyenler için süre bir yıldan iki yıla çıkabilecek.
vay anam vay. tavsiyelere bak. gelinen noktaya bak. atanamayan din kültürü öğretmeni kalmasın.
sinema tarihi
- daha önce fransız ihtilali konusunda yazdığım 6 entrylik çalışmayı genişletip bu bilgi kaynağına daha büyük bir derleme hazırlamaya karar verdim ve sinema tarihi üzerine mark cousins'ın the story of film kitabının önemli hatlarını sizlerle paylaşacağım. tabii bunu sizin için olduğundan daha fazla kendim için yazıyorum, çünkü blog falan halinde tutamayacağım için buraya not düşüyorum aslında. siz de okursanız okuyun yani. kitabın belgeselini de yapmışlar bildiğim kadarıyla ancak ben önceden kitabını okuduğumdan bir fikrim yok nasıl olduğu hakkında. kitap genel olarak sinema tarihinde dönem ve ülke fark etmeksizin yaratıcı, yenilikçi filmlere ve yönetmenlere odaklanmış. yani sizin veya benim beğendiğimiz, takdir ettiğimiz yönetmenler, filmler, oyuncular es geçilmiş ya da kısaca bahsedilmiş olabilir. yazı tabii ki benim değil, yani tamamen kitaptan, öznel bir şey barındırmıyor. okunması kolay olsun diye çok sayıda entry gireceğim bu başlığa, o yüzden 25 entry falan olur heralde. en sonuna da bahsedilen filmlerin listesini koyacağım ki, açıp izlemek istersiniz belki. here we go...
(bkz: sinema tarihi/@kendi ekseni etrafinda donen insan)
1800’lerin sonlarındayız. endüstri devrimiyle batı şehirlerinin yaşam tarzının değiştiği, daha kinetik, şehir nüfusunun kümelendiği, buharlı trenin yolculukları hızlandırdığı, otomobilin yeni keşfedildiği, hala osmanlı ve avusturya-macaristan imparatorluğunun var olduğu, abd’nin genişlemeye devam ettiği, avrupa imparatorluklarının dünyayı sömürgeleştirdiği bir dünyadayız. fotoğraf 1827’den beri mevcut, insanlar yüzyıllardır resim sanatını icra ediyorlar.
böyle bir dönemde birkaç fransız, amerikan ve ingiliz tolstoy’un bahsettiği “the clicking machine”i icat etmek üzereler. aslında sinemayı yaratacak icatların hiçbirisi tek bir adamın elinden çıkmış değil. yani sinemayı, kamerayı şu adam buldu diyemeyiz. kolektif çabanın ürünü. önemli isimler edison, le prince, eastman, lumiere kardeşler ve melies. hepsi ayrı ülkelerde yaşıyorlar, şehirli değil de işçi sınıfından insanlar.
icatlar için belirli bir tarih yok. 1884’te george eastman film rulosunu icat eder. aynı yıllarda thomas edison new jersey’de duran imajların döndürülerek hareket ettiği ilüzyonunu yaratan kinetoskopu icat eder. louis le prince 1880’lerin sonunda küçük bir buzdolabı büyüklüğünde bir makinenin patentini alır. lumiere kardeşler ise le prince’in büyük kamerasını daha küçültüp dikiş makinesinin çalışma yöntemiyle çalışıp kayıt yapabilen ve bunları yansıtabilen sinematograflarını icat eder. buradan da anlaşılabileceği gibi tek bir insanın çabalarıyla oluşturulan bir icat değil sinema. ve sinemanın dünya çapında büyük paralar kazandıracak bir endüstri olacağı anlaşıldığında bütün bu öncüler telif hakları üzerinde hak iddia etmeye başladılar ve telif savaşları gerçekten de çirkinleşti.
ilk filmlerin içerisinde en çok izlenen ve çoğu sinema tarihiçisinin de sinemanın doğuşu olarak kabul ettiği film l’arrivee d’un train en gare de la ciotat 28 aralık 1895’te yayınlanır. işte film. tek çekimlik belgesel denilecek bu filmde kamera, rayların yanına yerleştirilip treninin istasyona gelişi kaydedilir. tren yaklaştıkça boyut olarak büyür, perdeden fırlayacakmış gibi görülür, seyirciler korkup panikler, salonu terk etmeye kalkışırlar (öyle diyorlar bu konuda, gerçekliğinden tam emin değilim). bu filmle birlikte lumiere kardeşler filmlerini ve projeksiyonlarını bütün kıtalara büyük bir hızda dağıtır ve neredeyse bir iki yılda arjantin’den tayland’a kadar birçok ülkede bu film izlenir.
bu zamanlarda neredeyse çoğu insan ya kendi kamerasını kullanıyordu ya da kiralıyordu. sinemanın ilk yıllarındaki en önemli figürlerden birisi ise ingiliz mühendis robert william paul. kendisi edison ve lumiere tarzı kameralar üretip bunları satıyordu. belki de o dönemin en yenilikçi figürü ise george albert smith. 1898 yılında kamerayı hareket eden bir trenin önüne koyarak seyirci için görsel bir deneyim yaratır, ki bu çekime o günden sonra phantom ride denilir. bu çekim ilk filmden daha heyecan verici. seyirciyi bir yolcu yerine koyan en efektif yöntemlerden biriydi.
ilk dönemin en önemli film yapımcılarından george melies’ye gelelim. kendisi kariyerine illüzyonist tiyatroda başlar ancak bu yeni aletin ortaya çıkmasıyla da heyecanlanır. paris’te film çekerken kamerası üst üste teklemeye başlar ve sahneler de bir anda atlamaya başlar. kazara ortaya çıkan bu durum onu önce bir gözlemevinin görüldüğü, sonra sahnenin ayın teatral tablosuna atladığı la lune a une metre gibi filmler çekmeye yöneltecektir. melies, lumiere’in yarattığı realist filmleri teatral fantezilere dönüştürecek usta bir isim olacaktır.
kazayla, yaratıcılıkla, inovasyonla, deneme yanılma ile gombrich’in bahsettiği şema artı varyasyon şeklinde sinema icat ediliyor. amerika’nın batı kıyısında ise enoch j. rector isminden bir adam sinemayı ticarileştiriyordu. nevada’da oynanan bir boks maçını daha elli yıl popüler olmayacak olan widescreen formatıyla filme çeker. bu seviyede kurgu olmadığından boks maçını farklı açılardan gösteremez. filmin bir bölümü. the corbett-fitzsimmons fight’ı ilginç yapan şey sinemanın amerikan toplumundaki sosyal yerini ortaya çıkarmasıdır. sinema tarihiçisi terry ramsaye şöyle der : “bu film ortaya çıkana kadar sinemanın sosyal statüsü belirsizdi ama artık entelektüel zevklerden yoksun olduğu kesinleşmiştir, işçi sınıfının ortak eğlencesidir”.
1898 yılında çok çekimli, kurgulu filmler ortaya çıkmaya başlar. 1899’da filmcilerin en haz duyduğu aletlerden kameranın tekerlekli bir platform üzerine yerleştirilip hareketinin sağlandığı camera dolly yapılır. d.w. griffith’in ıntolerance’taki efektif kullanımı ile birlikte hitchcock’tan tarkovsky’e bütün yönetmenler tarafından hikayelerini, felsefelerini, düşüncelerini anlatmaktan kullanılır. dolly shot’tan sonra sinema literatürüne katılacak diğer bir çekim ise close-up’tır. karakterlerin bir şeyin içinden bakmak değil de, seyirciye bir ögeyi daha detaylı göstermek amacıyla kullanılır. ilk filmlerde kullanılan en çarpıcı ögelerden birisi ise karakterlerin kameranın içine bakarak “hey, you out there in the audience” demesi. filmin içine giren seyircinin aslında film izlediğini unutmaması için kullanılan bir yöntem.
uno tam tahıllı ekmekten çıkan çivi
- demir eksikliğini gidermek için konmuştur, ama bu millete hora geçilmez...