ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
kurt vonnegut
- amerikalı hümanist yazardır. 1922 yılında indianapolis te dünyaya geldi. cornell üniversitesi'nde biyokimya okuduktan sonra ikinci dünya savaşında avrupa da asker olarak hizmet verdi. savaştan çok etkilendi, saughterhouse-five ı (mezbaha no 5), yazdı. bu kitap sayesinde çağdaş amerikan yazarlarının başta gelenlerinden biri oldu.savaş sonrası chicago üniversitesi'nde antropoloji dalında uzmanlaştı. başlangıçta bilim-kurgu üzerinde yoğunlaştı ve ilk yayınlanan romanı, player piano (otomatik piyano), bu dalda vonnegut'a büyük övgü kazandırdı. sonraki zamanlarda bilim kurgudan uzaklaşmıştır.
1952 den 1993 e kadar 14 roman, 3 kısa hikaye, 4 makale, 5 sahne oyunu yazmıştır:
romanları:
1952 - player piano(otomatik piyano)
1959 - the sirens of titan(titan’ın sirenleri)
1961 - mother night(gece ana)
1963 - cat's cradle(kedi beşiği)
1965 - god bless you mr. rosewater, veya pearls before swine
1969 - slaughterhouse-five, veya the children's crusade(mezbaha no 5)
1973 - breakfast of the champions, veya goodbye, blue monday(şampiyonların kahvaltısı)
1976 - slapstick, veya lonesome no more
1979 - jailbird (hapishane kuşu)
1982 - deadeye dick
1985 - galápagos (galapagos)
1987 - bluebeard (mavi sakal)
1990 - hocus pocus
1997 - timequake
kısa hikayeleri:
1961 - canary in a cat house
1968 - welcome to the monkey house
1999 - bagombo snuff box
makaleleri
1974 - wampeters, foma & granfallons
1981 - palm sunday
1991 - fates worse than death
1999 - god bless you, dr. kevorkian
sahne oyunları
1970 - happy birthday, wanda june
1972 - between time and timbuktu, veya prometheus five
1993 - make up your mind
1993 - miss temptation
1993 - l'histoire du soldat
kendime not
- eğer gece ağrılarım yoksa,
vücudum uyuşmamışsa uyuyabilmişsem;
gece mide bulantısıyla uyanıp kusmamışsam, sabah yemek yiyebilmişsem…
aynaya baktığımda saçlarım varsa ve kaşlarım kirpiklerim.
ne çok şeye sahibim?
ne çok şeye sahibim.
bu dünyada su içerek aldığım kemoterapi ilaçlarını atmam gereken fakat bir yudum su içemediğim, çünkü midemin almadığı zamanlar da yaşadım.
normalliğin, rutinin sihrine hep inandım. ancak standart donanımlara sahip her insan gibi düzgünce uyuyup uyandığım dağınık saçlı sabahlarımı çok özledim. çok özledim.
bir sabah kanser oluyorsunuz ve söylendiğiniz tüm normalleriniz hastanenin camlı vitrininde unutulmuş kurumuş bir çiçek gibi solup gidiyor.
kemoterapiye gittiğim günlerde hastanenin camlı vitrininde, sevinçle yollanmış ama sahibine ulaşamadan solmuş çiçekleri her gördüğümde aklıma kendim geliyor.
kendime not: yaşamanın kolay olmadığı bu hayatta en önemli şey kendimim. vitrinimdeki çiçekleri asla soldurmayacak, kendimi asla söndürmeyeceğim.
pakdemirli'nin sakladığı skandal
- gazeteci barış pehlivan'ın ortaya çıkardığı durum;
" pakdemirli’nin sakladığı skandal
“çakmak çaksalar yakalıyoruz.”
tarım ve orman bakanı bekir pakdemirli’nin bu sözünü duymamla telefonumun çalması bir oldu. arayan, bakanlıkta güvendiğim isimlerden biriydi.
“neler gizleniyor, bir bilsen” diye söze başladı. iddia üstüne iddia anlattı:
meğer bakanlığa ait tüm bilişim sistemleri birkaç gün önce siber saldırıya uğramış. maalesef ki, ülkeye ait tüm tarım ve hayvancılık verisi de kaybedilmiş.
açık söyleyeyim; inanmadım. doğrulamak için web adreslerini verdi.
girdiğim her sayfa ya açılmıyordu ya da “bakımda” deniyordu.
sözün özü: bu satırlar yazıldığı sırada hayvancılık ve tarım bilgi sisteminden veterinerlerin ilaç takip sayfasına kadar onlarca hizmete erişilemiyordu.
yangından etkilenen çiftçilerin kayıtları bile sorgulanamıyor, afet bölgelerindeki arazi ve hayvanın verisine ulaşılamıyordu.
hatta ve hatta bakanlık ile bağlı kuruluşlar arasında resmi yazışma bile yapılamıyordu.
bakanlık kulisleri bu iddialarla kaynıyordu. öyle ki konuşulanlar şu yöndeydi:
tarım ve orman bakanlığı’na bağlı kurumların bilişim sistemlerinin merkeze taşınması için 2020’de karar alındı. bu karar doğrultusunda geçen hafta süt üreticileri birliği’nin sistemleri taşındı. normal şartlarda uygulamadaki açıkları görmek için sızma testi yapılması lazımdı. ama iddia o ki; o güvenlik testi yapılmadan sistem çalıştırıldı.
sonra da kaçınılmaz sonuçla yüzleşildi.
bilinmez mi, hacker grupları kamu sistemlerini sürekli didikler ve açık arardı.
ama işte liyakat sahibi insanları sorumlu koltuklara oturtmazsanız, olacağı buydu. öyle ya bu bilişim sistemlerinden sorumlu entegre idare ve kontrol sistemi daire başkanı son yıllarda kaç kez değişti?
sona geleyim. şimdi ne mi olacak?
iddia o ki, saldırganlar cryptolocker adı verilen zararlı yazılımla bakanlığın tüm veri tabanını şifrelemiş durumda. fidye istiyorlar ve böylesi saldırılarda ödeme yöntemi takibi zor olan bitcoin aracılığıyla gerçekleşiyor. cumhurbaşkanlığı dijital dönüşüm ofisi’nin ve türksat’ın da devreye girdiği ileri sürülüyor.
acı olan şu ki, kaybolan hazine değerindeki verilerin yedeği de elde yok.
düşünün; şu an biri sorsa tarım ve orman bakanı’na “ne kadar hayvanımız ve ekilebilir alanımız var” diye...
bakan güncel bilgiyi paylaşamaz. "
yaran facebook durum güncellemeleri
- "sesli guldum diyenleri de anlamiyorum, sanki biz duvar dibine comelip icimize atarak guluyoruz."
uçak yolcusu çomarın yediği ibretlik dayak
- öncesini bilmiyorum ama böyle bağıran adam %99 ihtimalle haksızdır.
ceyda düvenci
- çocuklar bizim malımız değil onların özelini paylaşamayız.anneler evlatlarının koruyucusu olur sahibi değil.tamam modern olun da kendinize olun.isteyen her yerini açar koyar ama 18 yaş altı bir bireyin özelini paylaşamaz.kim olursa olsun.yetti yani ilgi görmek için çocuk kullanma modası.
duran adam için ne dediler
- "çalışmadığımız yerden geldi"
türk polisi
yaran inci sözlük entry'leri
- başlık;dilencilerde ki mantık hatası değildir de nedir ?
entry 1: allah uzun ömür versin allah sevdiğine kavuştursun falan
ee amk kendine dua etsene o zaman
entry 2: adam atanmayı bekleyen din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni beyler
cep telefonu rehberinde kayıtlı fantastik isimler
- (bkz: arabayı sattığım adam)
uçan hollandalı
- uçan hollandalı operasınını kaynağı, bir önceki dönemin coğrafi keşifleri sürecinde ortaya çıkan bir hikayeden gelmektedir. güney afrikanın en uç kısmı olan ümit burnu, o zamanlarda geçilmesi çok zor fakat bir o kadar da ilgi çekici, cazip bir keşif bölgesi olarak görülüyormuş. bir anlamda dünyanın ucu, karanın bittiği, sonsuz okyanusun başladığı yer olarak düşünülmüş. ümit burnu okyanusla karanın çok fazla içiçe girdiği, derin ve sığ suların birbire karıştığı bir noktadadır. kısaca bu bölge şeytanın dünyadaki evi olarak adlandırılmıştır. pek çok denizci bu bölgede hayatını kaybetmiş, sağ kalanların çoğu, avrupa'ya geri dönmek için kara yolunun seçmiş ama, afrika kıtasının uzun ve yabani topraklarında yitip gitmiştir. hikayenin aslı işe şu şekilde anlatılmaktadır. wagner'in operasının metni bu asıl hikayenin devamı niteliğindedir.
dönemin en iyi denizcilerinden biri, avrupa kıtasından ayrılıp, cebelitarık'tan çıktıktan sonra en güneye, karayı takip ederek denizde pek çok badireleri atlatarak ümit burnunun açıklarına ulaşır. bu hollandalı kaptan, çok cesur ve mesleğinde bir o kadar da ustadır. ümit burnuna ulaşabilen tüm denizciler tek tek şanslarını denemek isterler. buradan geçip dünyanın diğer ucundaki zenginlikleri keşfetmek, tanrının diğer kullarını görmek için hepsi hayatlarını vermeye hazırdırlar. ancak şeytanın hiçbirine karşı merhameti yoktur. hollandalı denizcinin karaya ulaşmasından 1 gün önce, ümit burnu'nu geçmek isteyen bir kaptan ve tayfaları yok olmuşlardır. muhtemelen de şeytanın krallığını hüküm sürdüğü cehennemde azap ve işkence ile yaşayacaklarına inanılmaktadır. şeytanın kimseye merhamet göstermediği de, ne zaman bir kaptan yola çıkma kararı alsa, engin denizlerin köpürerek, kudurmuş bir kurt gibi gemilerin ahşap gövdesine saldırmasından anlaşılmaktadır.
hollandalı kaptan'ın cesareti hayatta kaybedecek bir şeyinin olmadığını düşünmesindendir. kaptanımız aşk istemektedir. gerçek, kandırıcı olmayan, sadık ve tatlı olan aşkı istemektedir. ama bir denizciye bunu kim verebilir ki. bunu asla elde edemeyeceğini bilen hollandalı kaptan kendini okyanuslara adamıştır.
tayfalarının dinlemesinin ardından ve yeterli su ve yiyecek ikmalinden sonra gemi yola çıkmaya hazırlanır. hollandalı denizcilerinin adeti olduğu üzere tayfaların ho ho ho bağrışmaları ile demir çekilir ve ümit burnuna doğru pupa yelken açarlar. ilk iki gün denizde hiç bir şey olmaz. bu durum hem kaptanda hem de diğer denizcilerde biraz kibire bile neden olur. artık ümit burnu görülmüyordur, gemi arkasına aldığı rüzgarla gıcırdıya gıcırdıya büyük bir hevesle ilerliyordur.
denizcilerin şarkılarını ve "ho ho ho" nidalarını dinlemek için...
(bkz: http://www.youtube.com/…uwjs1cjwz5i&feature=related)
bir kaç gün geçtikten sonra, bir sabah aniden rüzgar yön değiştirir, onları adeta karaya geri sürüklemeye başlar. hollandalı kaptan ve tayfaları direnirler, hatta geri dönüşün olmadığını hep bir ağızdan bağırırlar. ne geri dönüş olacaktır ne de şeytanın krallığına gidilecektir. rüzgarın hızını hiç kesmemesi, denizcilerin moralini bozar ama dirençlerini hala korumaktadırlar. gemide ayakta durmak bile zorlaşır. herkes bir yerlere tutunmuş bu lanet şeyin bir an önce geçmesi için tanrıya dua etmektedir. nerden çıktığı anlaşılmayan ve bir anda ortaya çıkan bu rüzgar olsa olsa şeytanın işidir diye geçirir içinden kaptan. tayfalarına döner ve bağırır; "yelkenleri indirmeyin. geri dönmek yok, burayı geçeceğiz". ancak boşa çaba serfetmektedirler. ileride bir girdap onları içine çekmektedir. girdaptan kurtuluş ancak geri dönmekle, rüzgarı arkalarına almakla mümküdür. işte o sırada kaptanın tüm hayatını değiştirecek o sözler ağzından çıkıverir.
-ey iblis, ey karanlıkların kralı, denizcilerin düşmanı. işte geldim krallığının kapısındayım. sana yemin ediyorum ki, inandığım tüm şeyler adına andım olsun ki, geçeceğim burayı. eğer geçemezsem krallığının en acı yerine gitmeye razıyım. senin pis yuvanda sana kulluk edeceğim, sana köle olacağım." son kelime daha ağzından yeni çıkmıştır ki, sanki gökyüzü ile deniz birleşmiş, her yer su olmuş gidecek bir yer kalmamıştır. uçan hollandalı ve tayfaları şeytanın lanetine uğramışlardır. artık şeytana hizmet edecek birer lanetli ruhlardır. yüzlerce yıl asla kurtuluşun olmayacağı bir köleliktir bu. dünyadaki denizcileri alıp hepsini tek tek şeytana köle edeceklerdir. şeytan hollandalı kaptana tek bir kurtuluş şansı verir bu azaptan. 7 yılda bir tayfalarıyla tekrar insan bedenine girecekler ve dünyanın bir limanına gidecekler. orada 7 gün içinde kaptan kendine bir kadın bulacak. öyle ki bu kadını kendine aşık edecek ve vakti dolduğunda tekrar bedenlerini terkedeceklerdir. taki 7 sene sonrasına kadar, aynı bedenle geri dönene dek. işte o dönüşte kendisine aşık olan kadın onun aşkına, onun sevgisine sadık kalmışsa, onu unutmamışsa ve bir daha asla başka bir erkeğe bakmamışsa bu lanetten kurtulacaktır.