ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
bir minibüste yaşanabilecek en dumur olaylar
- minibus normal yolunda giderken bir kızın bağırarak "müsait bir yerde inebilir miyim. yaa kaçırdım tüh" diye bağırması. aşırı heyecanlanarak çantasını falan savurarak aşağı inmesi. henüz 200 metre gitmemişken yerde bir cüzdan görmem. en arkada oturduğum için yan tarafta oturan bir çocuğa "kızın cüzdanı düşmüş alıp şöföre versene" demem. çocuğun cüzdanı görür görmez "duruuun" diye bağırması. şoföre bir kahraman edası ile dönerek "kapıyı aç kaptan" demesi. cüzdanı kaptığı gibi aşağı inmesi. minibüsün geldiği yöne doğru son sürat koşmaya başlaması. en arkada oturan ben ve bir arkadaşımın minibüs ahalisine olayı canlı canlı anlatmamız.
rt:ben
a: arkadaş
rt: olm bu cüzdanı alıp kaçmasın şimdi?
a: yok lan kızın peşinden gidiyo. ona verecek cüzdanı.
rt: aha kıza bağırıyo.
a: duydu kız. döndü geliyo o da bak.
rt: hee gördüm.
a: bak verdi cüzdanı.
rt: aha muhabbet ediyorlar. hadi abi işimiz var.
a: harbiden çocuk iyice muhabbeti koydu
rt: lan yoksa bir aşk mı başlıyo.
bizi dinlediklerinden haberimiz olmayan minibüs ahalisinin yarılarak gülmeye başlaması. çocuğun aynı deparla gelip minibüse atlaması. minibüsün alkışlarla sarsılması. şoförün " aslansın be. sizin gibi gençler oldukça..." temalı bir konuşma yapması.
ilk maaşla yapılanlar
- ilk maaşımı istanbul'da aldım. hemen atlayıp ankara'ya geldim ve hepsini babama verdim. ama hepsini. hani sorsalar istanbul'a nası dönecen diye -ki babam sormuştu- şov peşindeydim, ekmek kazanıyordum ve sekiz köşe kasketiyle babam bunu görmeliydi. takribi 10 dk. sonra paranın yarısını geri aldım. zaten babam da kasket takmazdı.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- kütle çekiminin ışığın yolunu bile değiştirebilecek bir kuvvet olması.
bu nedenle normalde dünyaya göre güneşin arkasında kaldığı için göremeyeceğimiz yıldızları da görebiliyoruz.
yıldızdan gelen ışık güneşin kütle çekimi nedeniyle yolundan sapıyor ve bu sayede görülüyor.
bilmek ne kadar heyecan verici değil mi?
bebeklerin en önemli sorunu
- amaçlarının olmaması.
büyümeyi bekliyorlar resmen, saçma sapan şeylere ilgi göstermeler falan. geçen bir bebek gördüm mesela sırt üstü yere uzanmış tavana bakıp gülüyor. korktum lan resmen kime gülüyor bu diye. hemen uzaklaştım oradan. kaç aylık insan sonuçta, kendi başının çaresine baksın az.
duyunca mutlu olunan sesler
- (bkz: patlayan şeker)
irlandalı turistin esnafı dövmesi
- bunları esnaf diye oraya yerleştirenler şerefsiz bir kere. milletin anasına bacısına sarkanlar bunlar, gasp edenler bunlar, gördüğünüz gibi en ufak bir olayda, ellerine geçirdikleri her şeyle insanlara saldıran yine bu köpekler. adamı iyi öldürmemişler, ben en çok buna sevindim.
tüm hayallerden vazgeçip memur olmaya karar vermek
- mallıktır. vazgeçecekseniz yine vazgeçin de memurluğa bok atmanın lüzumu yok.
dünya turu yapmak için de everest'e çıkmak için de en iyi meslek memurluk türkiye'de.
siz başka bir ülkede yaşıyorsanız bilemem.
anneler günü
- mutsuz bir evlilik bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri.
işin mi kötü, değiştirirsin. arkadaşların mı nankör, hayatından defedersin. ailende mi pislikler var, görüşme; neticede sen seçmedin onları, doğumunla gelen bir eklenti paketiydi hepsi.
oysa evlilik öyle değil.. sırtına zibilyon tane umudu, hayali, planı yüklenip evleniyorsun biriyle. sen seviyorsun. sen seçiyorsun. sen yürüsün istiyorsun. aşkınız kabından taşıyor, çocuğun oluyor. ama olmadı mı olmuyor, yürümüyor.. isteyerek seçtiğin ve bir nikah memurunun önünde "evet" diyerek başladığın hayatı, bir başka salonda, bir hakimin karşısında "evet, boşanmak istiyorum" diyerek bitiriyorsun.
bugün anneler günü.
kızım babasında.
sabahın beş buçuğunda, gözleri çakmak çakmak geldi yanıma.
"gitmek istemiyorum, anneler günü bugün, seninle olmak istiyorum" dedi.
baba günü bugün dedim.. gitmezsen üzülür dedim.. yarın acısını çıkartırız biz dedim..
"kahretsin ki beceremedik geçinmeyi..
yanlış insanlar seçmişiz evlenmek için..
mutsuz olduk, mutsuz ettik..
affet kızım, üzüntümüzü senin üstüne de bulaştırdık.." diyemedim.
baba günü bugün dedim.
eski huzurlu türkiye'ye dair akla gelen ilk şey
- (bkz: bülent ecevit)
kapitalizmin çöküşü
- kapitalizm çökmez zira kapitalizm çoğu insanın sandığı gibi son 200-300 senede "keşfedilmedi". tarihin başından beri vardı zaten. aynı şekilde sosyalizm de vardı.
avcı toplayıcı toplumdaki en ufak insan topluluklarına gidin, orada hem kapitalizmi hem de sosyalizmi bir arada görürsünüz. en güçlü ve faydalı olan avcılar her zaman avın en güzel yerini yer, kabilenin kurallarını da onlar koyardı. avlayan (yani üreten) her zaman söz hakkına sahipti. fakat kabilenin geri kalanı da beslemek ve onların da hayatta kalabilmesini sağlamak için üretilenin herkesle paylaşılması mecburiydi. bu üretimin dağıtımının tamamen eşit olmasına sosyalizm dersek eğer, 100% eşitlik hiç bir zaman olmadı ama en ilkel atalarımız bile içinde yaşadıkları "sosyal çevrenin" tamamının ayakta kalması için düzenler kurdular.
kapitalizm ve sosyalizm insan doğasının ve hayatın doğal bir parçası. buna rağmen tarih boyunca bütün kaynakların sınırsız olduğu ve normalde tüketmek için ihtiyacı olandan çok daha fazlasını üreten toplumlarda bile "sınıfsal farklılaşma" olmuş. her zaman birileri çıkıp "yönetimi" ve "kontrolü" ele geçirmiş ve toplumsal düzeni kontrol eder hale gelmiş.
peki kimmiş onlar? elbetteki evrime paralel olarak en güçlü, en zeki, en hırslı, en düzenbaz, en gözüpek, en acımasız yani hayatta kalma ve kudret sahibi olma konusunda en kararlı olanlar.
o yüzden virüs yüzünden dünyadaki milyarlarca insan ölse bile geriye kalanlar gene aynı düzeni kuracaklar. gene evrimsel olarak en hırslı olan veya en çok kaynağı olan koyacak kuralları. ister kişisel kapital olsun isterseniz de sizin anladığın manada parasal kapital, ona kim(ler) sahipse gene onlar yönetecekler geride kalanları. hatta kapitalizmi çökertmesini beklediğini virüsler de kendi içinde bencil ve başkasının hücrelerini ele geçirip tüketerek varlığını sürdürebilen bir kapitalist aktör. (kapitalception)
denemek isteyene önerim: en sosyalizm meraklısı 50 kişi toplansın, hepiniz 20 bin lira sermaye koyun. topladığınız 1 milyon lira ile gidip kendinize bir arazi alın. üzerinde yaşamak için üretime başlayın. çok değil 6 ay sonra "kararları kimin vereceği" üzerine kavga etmeye başlamaya ve birbirinize kin duymadan hala yaşamayı becerebilirseniz haber verin ki ben de katılayım.
sosyalizmin hayali çok güzel. eğer hepimiz birbirimizin tam anlamıyla eşit kopyası (fizik+zeka) olaydık robot vs gibi de çok güzel işlerdi. fakat evrim var ve sadece doğaya veya hayvanlara değil bir insanlara da eninde sonunda yöneten kudret olmayı isteme geni "doğuştan" geliyor.
birisinin diğerlerinin hakkını yeme pahasına iktidar olmayı düşünmeye başladığı an sosyalizm güzel bir fikir olarak çöpe gider, kapitalizm de hayatın temel gerçeği olarak işbaşı yapar. o yüzden kapitalizmi değil de evrimi suçlamak lazım. doğanın kurallarını koyan insanoğlu değil. o bazılarının ortalama 60 senelik hayatları içinde milyarlarca senelik düzeni değiştirebileceğini ve evrimi yok edebileceklerini sandıkları delilik hali sadece insan denilen mahlukatın bir kısmının ıslak rüyası. neyi değiştiriyon yiğidim? 5000 hatta 50000 sene önce de birileri çıkıp "devrim" dediler. sanma ki ilk senin aklına geldi bu "güzel idealler".
bu nedenle kapitalizm ne çöker, ne de biter. olsa olsa güncel uygulaması ortadan kalkar, farklı bir şekline geçilir. ve maalesef her hangi bir uygulamasında kapitalizmin kendi dinamiklerinde başarılı olamayan, başka bir çeşidinde de olamıyor.
(yani bugünkünde başarılı değilsen, yeni gelende de olamayacaksın. çok da şeetme o nedenle)
yakından görülen en ünlü kişi
- cüneyt arkın. ben çok küçükken bir organizasyona katılmıştı. daha net göreyim diye brandaya tırmanmıştım. o da "atla bakayım ordan şimdi malkoçluğu gibi" demişti. 4 metre yükseklikteydim, lafını dinleseydim şu an kötürümdüm amk.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- insan beyni düşük ve yüksek ışıkta renkleri farklı algılar. bulunduğumuz ortamda ışık azaldıkça etrafımızdaki renkleri mavi görmeye eğilimliyizdir. düşük ışıkta görmeyi kaybettiğimiz ilk renk ise kırmızıdır. bu yüzden sinema salonlarındaki koltuklar kırmızı renktedir. ışıklar kapandığında koltuklar da yok olsun ve bize daha iyi bir izleme deneyimi sunulsun diye yani...
hayat kalitesini yükselten alışkanlıklar
- herkes de bir tutturmuş erken kalkmak erken kalkmak. her sabah 6'da kalkıyorum ve hayat kalitem bok gibi. balık istifi gibi otobüsteyim şu an. yanımdaki dayı entry'mi okuyor. bu mu hayat kalitesi..
hayata dair iç burkan detaylar
- 14 haziran 2004 günü saat 23.00'te şırnak/beytüşşebap'da teröristlerce açılan ateş sonucu, batman doğumlu şehit komando er murat akman'ın hikayesi ve mektubu fena halde iç burkar. yazdığı mektubu okuyunca; nelere sinirlendiğimize, ne için birbirimizi kırıp üzdüğümüze, kavga ettiğimiz sebeplere tekrar tekrar bakıp utanırız.
" murat akman doğduğunda ailesi tarafından bir çöplüğe atılarak terkedilmiş ve devlet tarafından çocuk esirgeme kurumu'na yerleştirilerek burada büyümüş. 18 yaşına geldiğinde ise evi gibi bildiği çek’ten (çocuk esirgeme kurumundan) ayrılmak zorunda kalmış ama çek ile bağlantısını hiç bir zaman kesmemiş. çek'te bulunan çocuklara yardımcı olabilmek için elinden geleni yapmış.
askerlik görevini komando olarak yerine getiren akman, devletin kendisine bağladığı maaşı da kendisini büyüten çek’teki çocuklar için göndermiş.
çıktıkları operasyonlarda hayati tehlike olması nedeniyle her operasyon öncesi son mektubu olabileceğini düşündüğü mektubunu bölüğünde ki askerlerden birisine emanet etmiş ve şehit olması durumunda mektubun çocuk esirgeme kurumunda birlikte büyüdüğü bir arkadaşına teslim edilmesini istemiştir.
murat akman’ın çocuk esirgeme kurumunda birlikte büyüdüğü bir arkadaşı akman’ın geri dönemediği bir operasyon sonrası kendisine ulaşan son mektubu akman’ın vasiyeti üzerine medyaya belirli bir ücret karşılığında devreder. ödenen bu para da çek’te büyüyen çocuklara bağışlanır. "
mektup:
bu yazı bir komanda er mektubudur ve siz bu mektubu gazeteden okuyorsanız ölmüşüm demektir. bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim ama yok.
size koğuştaki ranzamdan yazıyorum. şu an etrafımda adana,ağrı, sivas, edirne, diyarbakır, ankara, antalya, izmir, urfa, trabzon… türkiye’nin dört bir yanından birbirini tanımayan ama birbirlerinin canını korumaya yemin etmiş bir sürü asker var. birazdan operasyona gideceğiz, tek dileğimiz kayıp vermeden geri gelmek.
ilerde ölürsem eğer diye bir mektup yazmak çok zor. aklına getirmek istemez ya insan ölümü, hani her zaman bir umut vardır ya. askerliğim bittikten sonra yırtıp atacaktım bu mektubu ama şu an okuyorsanız yırtamadım demektir. zaten pek de kalem tutmaz elim. silah tutmayı daha iyi bilirim. sizi korumam için siz öğrettiniz silah tutmayı.
tuhaf olan siz bu mektubu okurken ben neden öldüğümü bile bilmiyor olacağım. ya bir mayına bastım ya da yediğim bir kaç kurşun. bileniniz var mı ben nasıl öldüm ?
kışlada her televizyona bakışımda birbirinizi öldürdüğünüzü birbirinizin canını yaktığınızı gördüm. müziğin sesini çok açtı diye komşusunu vuranlar. gücü kadına yetenler. cebindeki on lirası için adam vuranlar. kız arkadaşına baktı diye alayını bıçaklayanlar.
bileniniz var mı ben kimi korumak için öldüm?
eti az pişti diye garsona çıkışan adam; sen rahat uyu diye kurşunlar başımın üstünden geçerken ben dağda her bulduğumu kesip yedim.
arabasını solladılar diye levyesini kapıp arabadan inen adam, beni bir çöp bidonuna atıp giden anam; söylesene ben kimin için öldüm?
yetimhanede ve askerde en güzel şeyin ekmeğin bölmek olduğunu öğrendik biz. peki size neyi bölmeyi öğrettiler?
sizi önce allah’a sonra birbirinize emanet ediyorum. ben sizden razı oldum allah da sizden razı olsun.