the sopranos
2235 entry daha
- yıllar önce henüz lisedeyken bitirdim. yıllar geçti kafaya takıp baştan sona tüm detaylarıyla izlemeye karar verdim. dizi hakkındaki en son düşüncelerimi yazmak için de tamamen bitirmeyi bekledim. bu düşüncelerim beni dizinin detaylı bir incelemesini çıkarmaya yöneltti. okurken arkaplana bu müziği açmanızı öneririm.
ve bu sefer farklı bir dizi izlediğimi farkettim. çünkü the sopranos suç/mafya temalı yapımların hiçbirine benzemeyen hatta önceliği yine suç ya da mafya bile olmayan, bir mafya babasının gözünden aile ve arkadaş ilişkilerinin daha çok ön plana alındığı, tony'nin psikolojisi üzerine yoğunlaşan bir dizi. mafya temasının ise her zaman olup hiçbir zaman tony'nin aile ilişkileri ve psikolojik durumunun önüne geçmemesi durumu tabii ki benim gözümde diziyi türünün en iyisi yaptı.
the sopranos bol bol godfather'a ve goodfellas'a göndermeleri ile sadakatini gösterse de hiçbir zaman bu yapımlar gibi değildi. tabii ki bol bol modern amerikan toplumunun yaşadığı kapitalist düzeni eleştiren sahneleri gördük. italyanların aradıkları amerikan rüyasında kaybolduklarını gördük. paulie'nin italyadaki kahve ve pizza kültürünü amerika'ya nasıl kaptırdıkları hakkında serzenişi izlenmeye değer bkz: video. ama hiçbirinde bir mafya patronunun kimlik krizine tanık olmadık. her psikiyatri seansında tony gibi güçlü, karizmatik bir erkeğin nasıl da ataerkil değerlerin altında kaldığını görmedik. tony'nin davranışlarının hepsinde bir sebep vardı. bu daha ilk bölümden ördeklere takıntısıyla bu durum izleyiciye gösterildi. ailesi ile ilişkilerini kontrol etmeye çalışırken bir yandan suç örgütüne liderlik yapan kimlik arayışına giren hasta bir adamın hikayesiydi. gandolfini 6 sezonluk bu süreçte kilolu ama fit ve enerjik bir mafya babasıyken 3. sezondan itibaren hızla kilo alıyor. son iki sezonda artık oldukça kiloluyken karakterin ruhsal yorgunluğu da gandolfini ile birleşiyor. hem tony hem de gandolfini artık yorgundur. çekimler sırasında yoğun alkol ve uyuşturucu kullanımının arttığı, hbo'dan yapımcıların uzun süre ortadan bir anda kaybolan gandolfini'yi aramak için uğraştıklarını da belirtir. ama gandolfini her zaman büyük bir ciddiyet ve mükemmel bir oyunculukla sete geri döner herkesi performansından dolayı hayran bırakmayı başarır. diziye geri dönelim:
dizinin yaratıcısı david chase, tony'nin freudyen bilinçaltını başarılı bir şekilde seyirciye aktardı. tony'nin gördüğümüz sahnelerle aslında iyi bir adam olduğunu anlasak da küçüklüğünden beri sert ve baskın bir mafya liderinin oğlu olarak babasından gördükleri, annesi ile olan ilişkisinin, hem aileyi hem de tüm mafyayı yönetmeye çalışmasının, sürekli “lider, büyük ve güçlü adam” olmaya çalışmasından dolayı bastırdığı duyguların, öfkenin, kıskançlığın, panikataklarının onun gördüğü rüyalarının sebebi vardır. dizi ısrarla sık sık tony'nin sürekli fahişelerle beraber olmasını gösterir. bunun nedeninin tony'nin cinsel arzusundan kaynaklanmadığı, üstteki sebeplerin dışa vurma ihtiyacıdır. yaşadığı “ördek sendromu” bile aslında bastırılmış hayatındaki anksiyete dolu ailesini kaybetme korkusundan dolayı olduğu yorumlanabilir. annesi ile yaşadığı durum david chase ile annesi arasındaki ilişkiyi gösterir. tony'de oedipus kompleksi vardır. annesini hep sever ama hep aralarında düğüm vardır. janice'in annesine bi anda sahip çıkmasına bir yandan da bu yüzden gıcık olur. annesi öldükten sonra bile tony rahatlamaz çünkü o düğüm ona küçüklükten beri yerleşmiştir. tony'nin annesi ile yaşadığı sorunları karısıyla da yaşadığını bolca görürüz. ama freudyen bir bakış açısıyla yaşayan tony bunun farkında bile değildir. sürekli hasta olmadığını reddedip tam tersine bastırdığı duyguyu başkasından yani karısından ve çocuklarından çıkarır, sonra da bu dürtüyü bir şekilde işinde kullanmasını bilir. yani inkar yansıtma ve yüceltme aşamalarını görürüz.
tabii ki mafya teması da başarılı bir şekilde işleniyor. artık mafya şiddetinin nasıl da gündelik hayatta normalleştirildiğini (bkz: banality of evil), mafyanın inşaattan müzik sektörüne kadar her yerde karar verebilen bir güç mekanizmasına dönüştüğünü, fbi'ın ne kadar yetersiz kaldığını hatta mafya'nın içerde bile adamı olduğunu görürüz. sistem bolca eleştirilir. david chase'in de dediği gibi sopranos mafya ile ilgili değil amerika hakkında bir dizidir. bu suçun yanında katolik değerler de bolca gösterilir, ne olursa olsun katolik inanç her zaman üstündür. en azılı suçlu bile kiliseye para yatırır, yemek yemeye başlamadan dualar edilir, ve aileden biri ölürse ne olursa olsun cenazesine gelinir. katolik değerlerin kullanımı hem tony hem de carmela için aslında içlerini rahatlatan bir unsurdan ibarettir.
dizinin diğer büyük teması da varoluşçuluktur. neredeyse her karakteri bir noktada -özellikle de hastanedeyken- hayatın anlamını sorguladıkları ve tanrıya yaklaştıklarını gösteren bir sahne vardır. tony, chris, sack, leotardo ne zaman hastaneye düşse kendilerini sorgular. paulie kanser olduğunu öğrenince kendini sorgular, yoğun bir şekilde katolik olarak yetiştirilmesine rağmen teyzesi olarak tanıdığı annesinin aslında bir asker tarafından tecavüze uğramasından doğduğunu öğrenince çöker ve tüm hayatını tekrar sorgular. chris oyunculuk, terapi gibi alanlarda kendi bulunduğu dünyanın dışına çıkmaya çalışır. final sahnesi bu örneklerden biridir ama buna en son gelelim.
6. sezonun başında tony'nin kevin finnerty olarak yaşadığı rüyalar tony'nin ne kadar gücü olsa da her şeyin geçici olduğunu fark etmesini sağlar. hastaneye düştüğünde rüyasında önce bavulunu kaybeder yani hayatın anlamını kaybetmiştir. manastıra girmeye çalışır yani ölümü kabul etmeye çalışır. isabella ile olan rüyası onun ideal anne figürüdür bu onu intihara bile sürükler. tüm rüya sahnelerinde bir benlik arayışı, ölüm korkusu vardır. final bölümünde alzheimer olan amcası junior'ın noth jersey'e hükmettiğini hatırlayamadığını hatta tony'i bile unuttuğunu görünce her şeyin boşa olduğuyla yüzleşir. oğlu a.j'in küçüklüğünden beri yaşadığı değişime tanıklık ederiz. yine a.j.'in sırasıyla ergenlik - aşk – ayrılık – depresyon - intihar girişimi süreci onu iyice içine kapatır, hatta küçükken ailesinin onu orduya vermesine direnirken en son haliyle afganistanda görev almak için orduya girmeyi seçer.
bunların yanında dizi kusursuz bir dizi değildir. çok fazla anlam veremediğim ve beğenmediğim de yanları oldu:
övdüğüm noktaların çoğu ilk iki sezonun belirli kısımlarıyla 6. sezonu kaplıyor. oldukça fazla filler episode -hatta filler scene- mevcut. zaman zaman gerçeklikten çok fazla çıkan ve saçmaladıkları bölümler mevcut.
big pussy'nin ölümü dizinin en çarpıcı sahnelerinden biri. böyle bir karakteri erken öldürmek ve fbi ile işbirliği yapan pussy'nin dizide o kadar çıkarabileceği sorundan vazgeçip 2. sezonun sonunda erkenden öldürmek çok cesur bir karar. bu kadar erkenden böyle bir karar almalarına ve o bölümleri harika tasarlamalarına çok büyük saygı duydum, daha 2. sezondan böyleyse neler göreceğiz acaba dedim. ama maalesef hiçbir zaman bu kadar güçlü bir sahne olmadı dizide. üstüne üstün her sezon yeni bir kötü adamla dizi tekrar aynısını denedi. ama tekrara düşünce tahmin edilebilirliği arttı sahnelerin çarpıcılığı azaldı. ölen ya da diziden çıkan hiçbir karakter için sürpriz oldu diyemedim.
dizideki soprano'ya sorun çıkarabilecek herkesin, ama herkesin bileti erkenden kesildi. hiç öyle aile üyesine bir şey yapılamaz gibi kurallar uygulanmıyor, gayet de çatır çutur herkesin fişi çekildi dizide. tony'e karşı gelen karakterlerin neredeyse hepsi parladıkları sezonların son bölümlerine doğru işleri bitti.
yavaş yavaş karakterlerini kaybeden dizide alternatif bir christopher gibi gözüken jackie jr'dan tek sezondan vazgeçildi. bunu olumlu ya da olumsuz bulabilirsiniz ama bu sezondan itibaren dizide düşüş başladı. richie'nin ölümü de ralph'in ölümü de adriana ve gloria'nın ölümü gibi karşılandı. tony'nin thats life what you gon' do tepkisinden öteye gitmedi. başka aile üyeleri de infaz edildiğinde yeterince sorgulanılmadı. beş aileden hiçbiri soprano ailesi kadar gösterilmedi. ancak dizinin sonlarında johnny sack ve sonrasında phil leotardo ile lupertazzi ailesinin meydan okumasını görebildik.
en badass karakterlerden biri olabilecek bizzat napoliden transfer edilen furio'nun carmela ile platonik aşkı üzerine kaçması ve dizide bir daha gözükmemesi. koskoca mafya ailesinin başındaki adamın karısına açılıyorken en ufak krizde yaygara çıkarıp sinir krizine giren, panik ataklarıyla boğuşan tony, furio'yu yakalamaya bile çalışmıyor. adamlarına görürseniz indirin diyip geçiyor. anlamak güç.
christopher'ın ölümü. dizideki en beğenmediğim olay oldu. belki de tony'den sonra dizide en çok odaklanılan oyuncu bölümün başına bir araba kazasıyla ölüyor. tony acı çekmemesi için ilginç bir soğuk kanlılıkla hiç panik olmadan kendi elleriyle chris'i boğuyor. herhangi bir şok ya da üzüntü belirtisi bile göstermiyor. sonra ne oluyor, tony oğlu gibi gördüğü kaç kez sırf arada kan bağı var diye hayatını bağışladığı ve velihatı olarak gördüğü chris'in ölümünün kendisini rahatlattığını söylüyor, hatta bu bölümde bile bir fahişe ile beraber oluyor. bölümün final sahnesinde he's dead diyerek manzaraya bakarak güya olayı kavrıyor ama bu kadar önemli bir karakterin bu kadar sade bir şekilde ölüp gitmesi ve herkesin bunu kabullenip hayatına devam etmesi durumu fazla yabanlaştırıyor. şüphelendiği hatta öldürmeyi düşünüp öldürmediği paulie ölseydi bile herhalde daha büyük olay olurdu dizide.
bu ölümlerin önemsizliği zincirini kıran tek adam phil leotardo oldu. ne kadar kötü ve sinir bozucu bir karakter olsa da kuzeninin kanı yerde kalmayacak diye tony blundetto'ya hak ettiğini vermek için diretti. tabii ki istediğini tam olarak alamadı.
silvio'nun ölüp ölmediğine karşı kesin bir bilgi olmasa da -ki muhtemelen öldüğü düşünülür- tony'nin en büyük sağ kolu olan silvio'yu kimse umursamadı. dizinin sonlarına doğru denk geldiği silvio'nun yaşaması ya da yaşamaması oldu bittiye geldi.
karakter ölümlerinin dışında:
uncle junior 2. sezona kadar hala en büyük liderken 2. sezonda aslında asıl patronun tony olduğunu hazmedememesiyle geçiyor. bu iki sezon güzel diyaloglar görürken 3. sezondan sonrası junior'ın sahneleri fazlalıktan öteye gidemiyor. uncle junior'ın tutsaklık hayatı sonrası hastane hayatı ve alzheimer olana kadar hayatını sürdürmesini izlemek, tony'le olan inişli çıkışlı ilişkisine tanıklık etmek zaman zaman ne kadar etkileyici olsa da üzerinde hem çok duruldu, bu sahneler sıkıcılaştı ve önemini kaybetti. son dört sezon uncle junior'un sahnelerini izlemek zamanla işkenceye dönüştü.
herkesin malumu fbi'ın dizide hiçbir şey yapamaması, hatta hiçbir aksiyon alamaması. 2-3 kez çok büyük tehdit olacak gibi olurken bunlarda da başarısız olunca devamını getirmiyorlar. koskoca fbi bu kadar da etkisiz ve salak olamaz diyor insan.
dr. melfi ile olan sahneleri belki de ilk sezonların en başarılı ve izlemekten en keyif aldığım kısımlardı. tony'nin dr. melfi'ye açılma süreciyle bu süreç zirve yaparken sonrasındaki bölümler tıpkı junior'ın sahneleri gibi oldukça sıkıcılaşıyor ve tekrara düşüyor.
tabii ki her sahnede gerçeklik ya da mükemmeliyet aramamak lazım. bazı hayal kırıklıkları var ama sopranos bunlara rağmen yine de çok başarılı bir dizi.
tüm oyuncular harika iş çıkarıyor. aile içi sahneler çok iyi, hem carmela ile hayatını düzene sokmaya çalışırken hem meadow hem de a.j.'ın hayatlarını ve bu karakterlerin yıllar içinde nasıl büyüdüklerini doğrudan görüyoruz. mafya üyelerinin neredeyse her birine yine tony'nin kendi ailesindeki gibi tek tek değiniliyor. aralarındaki iletişim ve samimiyetle de sizi de aileden biri gibi hissettiriyor. livia'yı oynayan nancy marchand maalesef dizinin henüz başlarında hayatını kaybettiği için kısa olsa da tony ve annesinin ilişkisini sadece 28. bölüme kadar görebilsek de hem gandolfini hem de marchand'in oyunculuk performansı tüm diziye ağırlığını koymayı başarıyor. bu 2 sezon bile 2016'da livia karakteri tv dizi tarihinin en kötü 40 villian arasından 3. seçilmesine yeterli oluyor. eğer nancy marchand yaşasaydı dizi daha iyi mi olurdu yoksa daha mı kötü olurdu bilemiyorum ama kesinlikle daha farklı olurdu. sayısı gayet fazla olan rüya ve sanrı sahneleri mükemmel. big pussy'nin öldüğü bölüm ve sonrasında tony'nin hayal dünyasına kayması gibi efsaneleşen bölümler hala bana kalırsa dizi tarihinin en ikonik bölümlerinden biri. tony'nin genel olarak racon kestiği sahneler, ailesine yapılan hakaretlerin altında kalmayışı (örnek olarak son sezon kızına hakaret eden adama yaptıkları vs.), kendisinden çok daha şoför olarak aldığı genç bodybuilder perry annunziata'yı gözünü kırpmadan yere sermesi, öfeklendiğinde kudurup gözlerinin patlarcasına açılması gibi tüm olaylarda gandolfini'nin tony'nin ne kadar büyük ve tehlikeli adam olduğunu nasıl da başarıyla oynadığını gösteriyor. gandolfi'nin dizi boyunca fiziksel değişimini de oynadığı rolün ağırlığına bağlıyorum. tekrar izleyip ilk sezona dönünce her karakterin ilk halinin nasıl olduğunu görünce etkilenmemek elde değil. bunun için 1. sezon 6. bölümünün aile üyelerinin xzibit'in paparazzi instrumentali eşliğinde fbi tarafından soyağacı çıkarıldığı sahneyi tekrar izlemenizi ve aile üyelerinin son halleriyle ne kadar değişmiş olduklarını görmenizi tavsiye ederim- video linki. mesela chris'in 1. sezon 9. bölümde işlediği bir suçtan sırf gazetede ismi geçtiği için sevinçten tüm gazeteleri satın alıp heyecanla eve götürmesindeki masumluk ile dizinin sonlarına doğru ne kadar önemli bir aile üyesi haline dönüştüğünü görmek insanı etkiliyor. ya da ilk sezonda a.j.'in küçüklüğüne tanıklık edip 6. sezon 19. bölümde intihardan son anda kurtulmuş bir durumdayken tony'nin hastane koridorlarında arkada çalan (bkz: ninna ninna) şarkısı eşliğiyle onu ziyaret etmesi a.j.'in yaşadığı değişme derinlik katıyor. bu şarkı bile bu bölüm yüzünden ekşi sözlüğü zamanında etkilemişti. diğer bahsedilmesi gereken şeylerden biri de sokak arasındaki infaz sahneleri. hepsi çok yalın ve gerçekçi çekilmiş sahneler. paulie ve christopher'ın orman sahnesi gibi aslında bir filler episode olmasına rağmen hem sade çekilen ama oldukça etkili olan sahneler unutulmazlar arasında.
bahsedilebilecek daha çok şey var. ama dizinin ucu açık biten finaliyle yazıyı bitireyim. dizi boyunca vurgulanan şeylerin harmanlanmasını finalde görüyoruz ve ben bunun harika bir son olduğunu düşünenlerdenim. meadow'un park etmeye çalışıp koşturarak gelmesi, iki siyahi çete üyesi gibi gözüken adamın tony'nin dikkatini çekmesi, ceketli adamın godfather'daki gibi tuvalete yönelmesi gibi detaylar gerilimi arttırmak için veriliyor ve meadow'un tam kapıdan girdiğinde/ya da tuvalete giren adamın çıktığında ekranın 10 saniye siyah kalarak bitmesi tony'nin öldürülmüş olabileceğini gösteriyor. tony'e göre tuvalet karşısında değil yanında kalıyor, tony'i vurması için çok rahat bir açı oluşuyor, tony karşıya baktığı için adama şaşırmıyor meadow'un gelişine bakıyor. bu sahnenin güzelliği tony'nin mimiklerinin doğallığında. ne çok şaşkın ne de çok sakin, yorumlamaya açık bir ruh halinde. meadow geldiğinde tony tam kapıya baktığında siyah ekranın sessizlik içinde 10 saniye kalması dizide daha önce geçen "you probably don't hear it when it happens" ile örtüşüyor, yani tony olsaydık ve vurulsaydık aynı sahnedeki gibi hiçbir şey duymayıp hiçbir şey görmeyecektik.
bölüme dair diğer bir ipucu ise tuvalete giren adamın (paolo colandrea) "member's only" yazılı ceket giymesi. bu ceketi daha önce babası gibi intihar eden ailenin poker ve bahis işlerinden sorumlu olan eugene pontecorvo'da ve dizinin sonlarına doğru ise yine silvio dante'yi vuran adamın üstünde gördük. bölümün ending credits kısmında paolo colandrea'nın oynadığı karakter "man in members only jacket" diye vurgulanıyor. ama hiçbir zaman bu ceketin gizemi tam olarak çözülemeyecek. bana kalırsa tony'nin vurulmuş olma ihtimali çok daha yüksek, ama kimse kesin olduğundan bahsedemez çünkü dizinin de söylediği gibi "you probably don't hear it when it happens".
aslında dizinin en başından beri geçen varoluşsal krizin, her an başımıza bir şey gelebileceğini buna rağmen ne olursa olsun yaşamaya devam edip yaşama karşı inancımızın kaybedilmemesinin gerektiğini arkada çalan don't stop believing ile vurgulanıyor. david chase bile bu sahne hakkında ortadan konuşuyor. ölümün her zaman gerçekleşebileceği ama sopranos evreninin her zaman yaşamaya devam edeceğini vurguluyor. bu yüzden finalde gerçekte ne olduğunu düşünmek gereksiz. david chase bile bunu net söylemiyor. verilen mesaj basit: ölüm her zaman kapımızda biz o ana kadar yaşama karşı inancımızı korumalıyız.
the sopranos aile ve hiyerarşi gibi kavramlarla the godfather'a, temposu ve gerçekçiliği ile goodfellas'a, sinematografi ile karakter ruh halini anlatmasıyla raging bull'a, paulie gibi johnny boy'a benzetilen karakterlerle mean streets gibi büyük ve önemli yapımlara saygı duruşunda bulunmayı ihmal etmezken, kendisinden sonra gelen mad men'deki don draper'ın terapi sahnelerine, the wire, boardwalk empire, ve the succession'a da ilham oldu. tony soprano gibi gri bir anti-kahraman olmasaydı vince gilligan'ın da dediği gibi walter white karakteri yazılamazdı. ya da yine breaking bad'de başarıyla işlenen aile/iş dengesi ve karakter değişimi etkili bir şekilde anlatılamazdı.
tüm bunlardan dolayı teşekkürler david chase, teşekkürler james gandolfini. ve buraya kadar üşenmeden okuduğunuz için sizlere.
don't stop believin'
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap