kendime not
- eğer gece ağrılarım yoksa,
vücudum uyuşmamışsa uyuyabilmişsem;
gece mide bulantısıyla uyanıp kusmamışsam, sabah yemek yiyebilmişsem…
aynaya baktığımda saçlarım varsa ve kaşlarım kirpiklerim.
ne çok şeye sahibim?
ne çok şeye sahibim.
bu dünyada su içerek aldığım kemoterapi ilaçlarını atmam gereken fakat bir yudum su içemediğim, çünkü midemin almadığı zamanlar da yaşadım.
normalliğin, rutinin sihrine hep inandım. ancak standart donanımlara sahip her insan gibi düzgünce uyuyup uyandığım dağınık saçlı sabahlarımı çok özledim. çok özledim.
bir sabah kanser oluyorsunuz ve söylendiğiniz tüm normalleriniz hastanenin camlı vitrininde unutulmuş kurumuş bir çiçek gibi solup gidiyor.
kemoterapiye gittiğim günlerde hastanenin camlı vitrininde, sevinçle yollanmış ama sahibine ulaşamadan solmuş çiçekleri her gördüğümde aklıma kendim geliyor.
kendime not: yaşamanın kolay olmadığı bu hayatta en önemli şey kendimim. vitrinimdeki çiçekleri asla soldurmayacak, kendimi asla söndürmeyeceğim. - bir yerde okuduğum ve zaman zaman kendimize hatırlatmamız gereken hatta keşke birilerinden duysak diyebileceğim birkaç cümle paylaşmak istiyorum.
insansın. herşeye yetişmek ve mükemmel olmak zorunda değilsin. yorulabilirsin, istemeyebilirsin, dinlenebilirsin. olduğu kadarıyla güzelsin.
kendine izin ver. - kendime not:
evi topla, telefon faturasını öde, yemeği yakma, okulu bitir
kendimden not:
oldu! - kimsenin sana kendini iyi hissettirmek gibi bir yükümlülüğü yok. kendi keyfini yerine getireceksin, nasıl istiyorsan öyle olacaksın. insanlardan böyle bir beklentin olmazsa hayal kırıklığın da olmaz, ne düşündüklerini önemsemek için nedenin de olmaz.
- bu başlığa yazan gerizekalilara bak, haline şükret.
- birinin hayatının neresinde olduğumu çözemediğim zaman, hiçbir yerinde olmamayı tercih ederim;
çünkü belirsizlik, değersizliktir. - son üç-dört aydır günlerime gölge boksu yaparak başlıyorum. antrenman sırasındayken olimpik barı dik tutup sağ-sol kollarımda döndürme hareketi yaparak güç kazanmaya çalışıyorum. aldığım kilolar ve eklenen kas kütlemle birlikte sıklet arttırdım.
doğup büyüdüğüm yere ve etrafımdaki sevdiğim insanlara baktığımda hangi sınıftan geldiğimi asla unutmuyorum, bu durum davranışlarıma yansıyor. en yakınlarım çocukluklarını kepez, çamdibi, altındağ gibi yerlerde geçirmiş, ben de işçi bir babanın çocuğu halimle belki farkında olarak, belki de olmayarak kendimi kavga dövüşlerin içinde bulmuşum. daha çocukken sınıf arkadaşım olan bir erkeğin, ellerini boynuma geçirdiğini ve ondan kurtulabilmek için var gücümle karşı tarafın bileklerini sıkıp tırnaklarımla kanattığımı hatırlıyorum. yavru kedileri duvardan aşağı atıp atıp öldüren, hayvancağızları duvardaki deliklerin içine sıkıştıran, tekmeleyen, duvara fırlatan, eziyet eden kim varsa ya üzerlerine yürümüş ya bir şekilde korkutmaya çalışmışım. bunları yaptığım vakitlerde hepimiz aynı mahallenin çocuklarıymışız.
ergenliğe girdiğimde sıra benden yaşça ve bedenen büyük komşularla kapışmaya geçti. kedilerin üzerine pitbull salıp onları parçalatacağını, sırf onun hayvan tekmeleme tehdidine karşı geldim diye dinimi sikeceğini söyleyen, hayvanların su kabının içinde torpil patlatan, bir deri bir kemik halde kapımın önüne sığınan yavru köpeği besleyip iyileştirdim diye hayvanı arabalarına atarken balkondan görüp yakaladığım, birkaç gün sonra da arabayla üzerinden geçip öldüren insanlarla aynı ortamda büyüdüm. apartman toplantılarında beni şikayet edip duran komşulara karşı beni savunmak yerine eve gelip benden bıktığını söyleyen babam daha dün başından geçen bir olayı anlattı. ekmek kuyruğundayken arkasındaki adama biri, "abi, senin arabanın altında köpek yatıyor, dikkat et" demiş, adam "gebersin bana ne" diye cevap verince babam adama bağırıp çağırmış. adam, tepki alınca anında dönüp "şaka yaptım yav ehihi" diyerek gülmüş.
daha yeni, tefecinin adamlarının silahla gelip "borcunu ödemeyeceksen karını ver" dedikleri, insanların gece vakti iki araba doluşup ev sahibi dövmeye gittikleri, geçen seneye kadar bir dairenin uyuşturucu sattığı bir yerde yaşıyorum. onun dışında kaldığım yerler de minimum kepez. doğma büyüme altındağlı erkek arkadaşımın mahallesinin önünde adamın biri üzerine benzin döküp yakmış. ben hariç herkes gecekondudan çıkma. düşünün, benim gecekondu görmemiş halim bu yani.
lisede otuz kişinin beni dövmek için sınıfımın kapısına dayandığı, disiplinlere gitmekle tehdit edildiğim, yurtta kalırken sırf artık yemekleri toplayıp kedilere dağıtıyorum diye yurdun sahibinin oğlundan dayak tehdidi aldığım, yürüyüşlere tek başıma gittiğim için cama sıkıştırılıp ölüm tehlikesi atlattığım, sigortamı yapmayan işverenlerimle tartıştığım sürekli ama sürekli olayların içine girdiğim 32 yıllık bir bedende varlığımı sürdürüyorum. geriye dönüp baktığımda yorgun hissediyorum, yine de gururluyum.
hayatımda görüp görebileceğim en cesur insan olan erkek arkadaşımdan (ki ona da 40 gün geçmeden evlenme teklif ettim) aynı övgüyü duymanın özgüvenime yaptığı katkı tarif edilemez. bahsettiğim yerlere bıraksak iki haftada delirip sığınacak delik arayacak, söylediklerinden belli ki hayatında sınıfsal anlamda hiçbir mücadelenin içine girmediği belli olan tiplerin durup bana akıl vermeye çalışmasını dinleyerek geçti kısacık ömrüm. fazla tevazunun sonu aha bunların geçersiz tavsiyelerine maruz kalmak.
daha uygun, daha güzel iletişim kurmaya çalışmak misal. mesela ben, doktora yapan sosyal bilimci kostümümü üzerime geçirip yukarıda bahsettiğim insanlarla düzgün iletişim kurduğumu varsayıyorum. site çeşmesiyle (aha site dedik diye zengin sanacaklar, 80'li yıllarda yapılan güvenliksiz, havuzsuz, çitsiz siteler) habire koca servis aracını yıkayan adamla konuşurken birden üç kişi olduklarını gördüm. sesimi yükseltmesem, öhm "iletişim kurmağa çalışsam" beni oracıkta hortumla döverler. bakın birkaç aydır kimse suyu araba yıkamak amaçlı harcamıyor.
bunların çoluğu çocuğu da aynı. iktidar mekanizmalarını kullanarak etraflarında onlardan aşağı gördükleri ne varsa zulmedip kahkaha atarlar. hayatındaki en mutlu günü devlet tarafından kayda alındığı bir gün olarak gören kadınlar, toplum içinde statülerinin arttığını düşünüp hayvanlar için barınak yapma girişiminde bulunmak isteyen bekar kadınları sindirmeye çalışır, çocukları gider hayvanları kıstırıp döver, kocaları gider bahsettiğim kadınları tek bulup kedilerin üzerinden arabayla geçmekle tehdit eder. iktidar mekanizmasını üzerine alan kim olursa olsun yapılacak hareket bellidir: onlar karşısında iktidarı ele geçirmek.
dediğim gibi insanların sözlerinden hayatlarında nelerle uğraştıklarını ve sınıflarını anlamak zor değil. kendime not kısmına geliyor, baştaki paragrafı en sonda bağlıyorum. doğru bildiğini yapmaya ve hayatta karşılığı olmayan önerilerle sana gelmeye çalışan insanları püskürtmeye devam et, fazla tevazu gösterme, fiziksel gücüne, dayanıklılığına, zekana güven. çünkü sen kimseye benzemezsin. - kendime not:
bir kez "hayır" dediğin "herhangi" bi'şey için meraktan, ilgiden ya da bambaşka bir sebepten, kararını müspete çevirme. kazık kadar insan oldun, sana "hayır" dedirten o içgüdüne güven.
sonra böyle ağzında garip bir tat, içinde buruk bir yarım kalmışlıkla tavana bakıyorsun gecenin bir vakti.
dibine not: evet dediklerini de, hayır'a döndürme tabi ki, biraz da not almadan akıl ediver böyle şeyleri. - yalnızlaşmışım iyice,
üstelik de alışmışım,
hiç beklentim kalmamış dosttan bile... - kendime not:
hala akıllanmadın, hala anlayamadın;
vur, bağır, tepin istediğin kadar...
yalnızsın işte, yalnızsın!...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap