34 entry daha
  • bir şeyi arıyorsanız, sahip değilsinizdir. ona ontolojik olarak sahip olmanız, sahipsiniz demek değildir. bazen insan elinde telefonunu tutuyor ama evde her yerde telefon arıyor. sonra bir anda elinde olduğunu fark ediyor.
    bazen biri gösterir, bazen kendimiz fark ederiz, bazen bir olay fark ettirir. fark edene kadar arayıp duracak.

    mutluluk bir nesne midir? onu ontolojik olarak ele alabilir miyiz? varlığını ya da yokluğunu tartışabilir miyiz? kahve içmeye sahip olabiliriz, hatta kahve içme zevkine de. peki bu mutluluğa sahip olduğumuz anlamına mı gelir?

    bence mutluluğu arıyorsak, arıyoruzdur. mutlu değiliz işte belli ki. mutlu olmayan insana "hayır sen mutlusun" demek çok komik. hissetmiyor ve "hissediyorsun" diye mutlu olduğunu fark ettirmeye çalışıyorlar. kahve içtin, hava güzel, kahvenin tadını da beğendin, ee daha ne değil mi? o zaman mutlusundur, bitti.
    mutluluk, elimizde tuttuğumuzu fark edemediğimiz telefon mu?

    belki hislerimize isim verememişizdir, bu olabilir. mutluluk, üzüntü, öfke, zevk, heyecan vs. bu halde bir insana fark ettirebileceğimiz tek şey hissettiği duygunun ismi olabilir. ki bu da manipüleye çok açıktır. bu yüzden başkalarının duygularımıza verdiği isimden ziyade, hissettiklerimize güvenmeliyiz. mutluluğu arıyorsak, arıyoruzdur. yok demek ki yani. sahip olduğumuz ve olmadığımız nesnelere işaret ederek mutlu olmamızı dikte edemezler.
    mutlu olmamak bir canlının en doğal hakkı. bu durum ve kararın sonuçlarına katlanacak yine kendisi.

    bu konuda örtülü tehdit de var. sahip olduklarının yokluğuna işaret edip önce seni mutsuz ediyorlar. sonra eski haline dönünce mutlu olman gerekiyor. "ya hasta olsaydın ya evsiz olsaydın ya kahve içemeseydin? mutsuz olurdun değil mi? ama bak kahve içebiliyorsun, hadi mutlu ol."

    sözün özü, arayan arasın. bir bildiği var demek ki.
  • konu ile alakalı olarak mükemmel bir çocuk kitabı önerisi vereyim. 1. sınıf öğrencilerim okumaya geçtiğinde her birine okuma hediyesi olarak vermiştim bu kitabı, büyüklerin de seveceğinden eminim: bir parça mutluluk arıyorum - neele (iş bankası yayınları).
  • mutluluğu aramak, çoğu zaman gökyüzünde yıldız aramaya benziyor.
    parlıyor, ama ne kadar yaklaşmak istesen de hep biraz uzakta.

    bize çocukluktan beri anlatılan “mutlu olmalısın” fikri, bir yerden sonra bir dayatma hâline geliyor.
    sanki herkes elinde bir mutluluk fişiyle sıraya girmiş,
    sen de çaresizce o fişi bulmaya çalışıyorsun,
    oysa o kuyrukta bekleyenlerin çoğu da aslında mutsuz.

    mutluluğu; ev, araba, kariyer, güzel sevgili, yurt dışı tatil…
    bir şeyin sonunda ödül gibi hayal ediyoruz.
    ama gerçek şu ki, çoğu insan o “ödüle” kavuştuğunda da hâlâ boşlukta.

    çünkü mutluluk varılacak bir yer değil,
    yolda yürürken taşıdığın bir farkındalık.
    bazen sabah kahveni içerken, bazen trafikte sevdiğin bir şarkıya denk geldiğinde,
    bazen sadece “bugün kimseyi kırmadım” dediğinde gelir ve geçer.
    sabit değil, misafir gibi.
    kapını çalınca içeri alırsan kalır, zorla ararsan küser gider.

    ben de hâlâ arıyorum, ama artık başka türlü.
    kimsede aramıyorum mesela.
    birinin beni mutlu etmesini beklemiyorum.
    çünkü şunu fark ettim:
    mutluluğun tarifini başkalarına yaptırdıkça, hep yemeğe geç kalıyoruz.
  • insan aramayı bıraktığı anlarda buluyor bazen mutluluğu. fazla zorlayınca kaçıyor gibi sanki.
  • illüzyondur. hayat öyle veya böyle bir şeylerle mücadele ederek ve boğuşarak devam eder.
    anlık ve günlük güzel şeyleri farkederek mutlu olursunuz ancak.

    nispeten huzurlu olmak istiyorsanız 2 şey önemli.

    -haset duygunuzu kontrol altına alın. doğuştan herkeste var ama bazılarında abartılı seviyededir. bu duygu ile hayat çekilmez olur size. başkaları illaki sizden daha güzel, daha zengin, daha iyi aileye sahip, daha mutlu evlilik yapmış olacaklar. bu böyledir.

    -sürekli olumsuz şeylere odaklanmayın, başkalarını da suçlamayın. şükredecek şeylerinizi farkedin. çoğunuzun hayatında iyi şeyler de var ama görmezden geliyorsunuz varsa yoksa hep eksik olana odaklanıyorsunuz.
  • "bir şeyi arıyorsanız, sahip değilsinizdir. ona ontolojik olarak sahip olmanız, sahipsiniz demek değildir." demiş biri. ya nerden biliyon amına koyayım yaa. müneccim yarrağı mı yedin? deli oluyorum bu göreceli konularda sanki kanun maddesi sıralıyormuş gibi konuşanlara. onotolojik montolojik deyince matah bir şey söylemiş oluyor çünkü. şey yap bi de tanımadığımız yabancı bi yazar ismi ekle, hemen koşulsuz kabul edeni var nasıl olsa öyle yapınca. oo bu mu söylemiş, oo ontoloji he, tamam o zaman doğrudur bu deyip yutuyolar ne varsa nasıl olsa. da ben yemiyorum işte. senin deneyimlerin gerçeğin en doğru temsili değil. sadece bir yorumu. o yüzden yorum gibi yazın şunları amına koduklarım.
  • mutlak mutluluk diye bir şey yok, aynı mutlak mutsuzluğun veya mutlak bir duygunun olmaması gibi. bunlar anlık duygular olduğu için aramak yerine denk gelince tadını çıkarmak lazım.
  • her arayan bulamaz ama bulan hep arayanlar olur
  • yunan mitolojisinde mutluluğu aramaya dair çok güzel bir hikaye vardır.

    bir gün tanrılar, insanlar mutluluğu arasın ve böylece kıymetli olsun diye, onu saklamaya karar verirler.
    biri der ki:
    - "onu göklerin en uzağına saklayalım."
    diğeri:
    - "hayır, denizin en dibine saklayalım."
    öbürü:
    - "hayır hayır, ormanın en kuytusuna saklayalım."

    sonunda başka birisi çıkar der ki:
    - "içlerine saklayalım mutluluğu; oraya bakmak kesinlikle hiç akıllarına gelmez."
  • bir gün annemin sosunu denemek için bir fırın yemeği yapacaktım. baharatlarını eklememişim. sonradan baharat eklersen olur mu eklemezsen olur mu, neden nasıl unuttum, çok da önemli değil derken bir baktım tepsiyle bakışıyoruz sadece. sonra bir dilim tadayım madem dedim. içim bir buruk, güzel de görünüyor. yedim. baharatları sosun içindeymiş. atsam fazladan atmış olacakmışım. çok da güzel olmuş. o an ne hissedeceğimi bilemedim. istemeden doğru yapıp yanlış yaptığıma üzülmüştüm. beni mutlu eden de doğru yapmış olmamdı ama süreç öyle saçmaydı ki mutlu olmaktan başka çarem de kalmamıştı. ben daha bilmeden her şey iyiydi. sonra dedim ki, evet ben zaten bu sosu denemek için yaptım bu yemeği. ve sosun ne olduğunu öğrendim. neden bu kadar şaşırtıcı olsun ki sonuç? sosun içine biraz ben karıştım. bu yüzden kendime şaşırıyordum ve gülüyordum. sos olduğu gibiydi, yemek güzeldi, sosu öğrenmiştim ve mutluluğumun kaynağı da öğrenmekti ve o sırada ortaya iyi bir şey çıkarmış olmaktı. ama sanki memnuniyetle mutluluk arasındaki o sakin neşe, hayat sevinci yalnızca benle ilgiliydi. kötü bir yemek olabilirdi. ortaya çıkanı düzeltmeye çalışabilir yine de yapamayabilirdim. eğer bu durumlarda kendimle baş edebiliyorsam yine o sakin neşe beni bulacaktı. yalnızca sorun yaşamadığım için, mutluluğum kalıbına uygun ortaya çıktığı için hakkında düşünmüştüm. mutluydum çünkü mutluydum. sosu tanımıştım, sosu tanımak üzere çıktığım bir macerada.
hesabın var mı? giriş yap