ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
batman'dan 60 teog birincisi çıkması
- aynı sınıftan 10 tane full çeken öğrencinin çıkmasını insanlara inandırabileceklerini zanneden idarecileri ortaya çıkarmış müthiş olay.
bu insanların zekalarıyla alay etmek değil bildiğin ana bacı küfretmektir.lan bir bok yiyorsunuz bari bunu bu kadar göstere göstere yapmayın.milyonlarca çocuğun hakkını yiyorsunuz vicdanınız hiç mi sızlamıyor.
uçurumdan düşen adam ve aşırı sakin arkadaş grubu
- şöyle bir kesit çıkardım ve screenshotlarını aldım ama iş yerinde imgur çalışmadığı için screenshotları daha sonra editle eklerim. sadece caps alırken bile gülmekten terledim amk.
eğik atış kesiti için: http://oi62.tinypic.com/2d1mnwk.jpg
the revenant
- filmi beğenmediğini söyleyenler "biliyorum çok tepki alacağım", "çok kızacaksınız bana" falan diyor. arkadaşlar size bir şey söyleyeyim mi? sizin film hakkındaki görüşlerinizi zerre sikine takan yok. sanırsın ki adam film eleştirmeni, akademi üyesi falan. sana niye tepki gösterelim amk, sen kimsin? iyi ya da kötü eleştirini yap filme sonra çek git. çok tepki alacakmış. evet sinema dünyası karışacak sen filmi beğenmediğin için, izleyecekler izlemekten vazgeçecek, "x adlı sözlü yazarı beğenmemiş, o zaman bu film iyi değildir." diyeceğiz. tövbe tövbe ya.
fatih sultan mehmet köprüsü
- ikinci köprü. istanbul trafiğinin kabusu olup çıktığı zamanlarda, "ya şu köprüden bir tane daha olsa da rahatlasak" diye dua edenlerin dualarının kabul bulmuş hali. kavacık’la hisarüstü’nü birbirine bağlayarak asya ve avrupa’yı boğazın üstünden ikinci kez kavuşturmuş güzide yapı.
köprü dediğin sadece iki yakayı değil, iki kıtayı birleştiriyorsa olay bambaşka boyuta geçer zaten. 1.510 metre toplam uzunluk, 1.090 metre orta açıklık, 39 metre genişlik falan derken bir de denizden 64 metre yukarıda. hani gemi geçse altından, başı değmez.
temeli 29 mayıs 1985'te atılmış ki bu tarih tesadüf değil, malumunuz fetihin yıldönümü. inşaata start 4 aralık 1985’te verilmiş. o zamanlar daha drone yok, selfie çubuğu yok ama yine de millet temel atma töreninde pozunu vermiştir büyük ihtimal.
inşaat işi japon-türk iş birliği: stfa, ishikawajima harima, mitsubishi heavy industries ve nippon kokan ele ele vermiş, 125 milyon dolara bu güzelliği dikmişler. projeyi çizenlerse ingiliz freeman, fox & partners ile yerli ve milli botek teknik müşavirlik ve takvimler 3 temmuz 1988’i gösterdiğinde, dönemin başbakanı turgut özal, açılış kurdelesini kesmiş. o gün bugündür ikinci köprü; sabah-akşam işe, okula, tatile, sinir krizi geçirmeye gidilen yolun ta kendisi. şu an dünyanın en büyük çelik asma köprüleri arasında da 14. sırada.
köprünün teknik detayları
"köprü işte, iki yaka arasında yol var" diye geçiştirilecek iş değil bu. ciddi mühendislik eseri. okumaya üşenme, sonra "neden trafiğe çözüm olmuyor" diye dert yanma.
öncelikle, kule temelleri öyle “kıyıya iki beton döktük, üstüne demir koyduk” kafasında değil. boğaz’ın iki yakasındaki yamaçlara sağlam oturtulmuş, gerektiğinde proje kotundan 20 metre daha aşağı inilerek zemine gömülmüş. temeller 14x18 metre boyutlarında, ortalama 6 metre yüksekliğinde. üstüne de 14 metreye kadar çıkan betonarme kaideler oturtulmuş. çelik kuleler bu kaidelerin içine 5 metre kadar gömülerek sabitlenmiş. yani o kuleler öyle esen rüzgarda falan kımıldamaz, net.
kulelerin kendisi 102,1 metre yüksekliğinde. lego gibi sekiz parçada monte edilmişler ama her biri yüksek mukavemetli çelikten ve berkitmeli panellerle yapılmış. tabanda 5x4 metre olan kuleler, tepeye doğru 3x4 metreye daralıyor. düşey kuleleri yatay kirişlerle birbirine bağlamışlar, içlerine de bakım için asansör koymuşlar çünkü neden olmasın?
askı kabloları? boğaziçi köprüsü’nden farklı olarak burada dikey düzenlenmiş. kablolar çiftli tertip; yani biri giderse hemen yenisiyle değiştirilebiliyor. pratik zeka her yerde.
ana taşıyıcı kablolar, her kulenin tepesindeki kablo semerinden geçiyor. git-gel çekim yöntemiyle döşenmişler. her bir ana kabloda 32 büklüm grubu var, her büklümde de 504 adet galvanizli çelik tel. bu tellerin çapı 5,38 mm. tepedeki semerlerle ankraj blokları arasında ise 4 tane ek gergi büklümü bulunuyor. tel sayısı buralarda biraz daha düşük ama hala etkileyici.
gelelim tabliyeye: 33,80 metre genişliğinde, 3 metre yüksekliğinde kutu kesitli yapı. iki yanda 2,80 metrelik yaya yolları var. toplamda sekiz şerit: dört gidiş, dört geliş. aerodinamik biçimi sayesinde rüzgar yükünü azaltıyor, uçan araba sevicileri üzgün. tabliye toplamda 62 üniteden oluşuyor, her biri 115-230 ton arası. bunlar gemilerle getirilip deniz üstünde palangayla çekilerek yerine yerleştirilmiş. hayır, vinçle falan değil; baya palangayla.
köprü 3 temmuz 1988'de turgut özal tarafından açılmış. ilk geçen araç da onun makam aracıymış. klasik.
ayrıca bu köprü, edirne-ankara arasında uzanan tem otoyolunun da parçası. yani sadece bir istanbul köprüsü değil, aynı zamanda avrupa’dan anadolu’ya uzanan arterin bel kemiği.
köprüden kimler geçebilir, kimler geçemez?
fsm köprüsü her araca açık sananlara gelsin bu entry. “abi ben minibüsle geçemiyorum, neden ya?” diye soranların zihnindeki sis perdesini aralamaya geldik.
öncelikle; 1. sınıf araçlar, yani binek arabalar için yol açık. "araban küçük, sen geç" mantığı. 2. sınıf araçlar da geçebiliyor ama dikkat: kamyon ve otobüs hariç. yani panelvanla gezsen sorun yok ama tırlık yapmaya çalışırsan kapı duvar. servis araçları? buyursunlar efendim. turizm otobüsü olur, personel servisi olur, okul taşıtı olur; geçin, sıkıntı yok. karavanlar da özgür ruhlarıyla fsm’den geçebiliyor. toplu taşıma araçları (iett, halk otobüsü, otobüs a.ş. tayfası, taksi-dolmuşlar vs.) için de geçiş serbest. bir de kgm'den özel izin almış kamu araçları var, resmi plakalı araçla “geç kardeşim” deniyor onlara.
gelelim "kimler geçemez" kısmına:
- sınıfın iri kıyım versiyonları (kamyon-otobüs),
- 3., 4. ve 5. sınıf canavarlar,
- bir de kimyasal ve tehlikeli madde taşıyanlar - hepsi direkt yavuz sultan selim köprüsü’ne yönlendiriliyor çünkü fsm şehir içi trafiğe entegre, yavuz ise daha çok ağır abiler için dizayn edilmiş durumda.
edit: revvsenbir uyardı, boğaziçi 3 şerit iken fsm 4 şerittir. ayrıca fsm'de şerit değiştirebilirsiniz ama kim ne kadar takıyor bunu tartışılır, boğaziçi köprüsü'nde şerit değiştiremezsiniz.
kenzo
- 1939'da himeji'de doğdu. ailesi onun uluslararası ilişkiler tahsil etmesini istemişti ama gönlü başka yerdeydi. o yıllarda kapılarını henüz erkek öğrencilere açan tokyo'daki bunka moda okuluna yazıldı. ödüller aldı, mağazalara koleksiyon çizmetye başladı. ne var ki 60'lı yıllarda henüz dünya çapında tanınan bir japon modacı yoktu, daha doğrusu "japon" ve "moda" kelimeleri bir arada düşünülmüyordu bile. o dünyanın kalbi o dönem hala paris'te atıyordu ve bizim muhteremin de idolü gene paris'te tezgah açmış olan yves saint laurent'di.
tokyo'da oturduğu daire 1964 yaz olimpiyatları için istimlak edilince, moda okulundaki hocası chie koike'nin tavsiyesiyle aldığı istimlak parasını bilete yatırdı ve bir gemiye atlayıp önce marsilya’ya, oradan da trenle paris’e geçti. gare de lyon'da trenden indiğinde yıl 1965'ti.
paris pahalıydı, onu da kimse tanımıyordu. haliyle başlarda çok zorlandı. giysi tasarımlarının çizimlerini 25 frank gibi düşük paralara satarak karnını doyurmaya çalıştı.
1970 yılında bit pazarında ürünlerini satarken rastladığı bir hanımefendiden kiraladığı ve galerie vivienne içinde yer alan dükkanda, daha sonra bir parfümüne de ismini vereceği “jungle” adlı ilk butiğini açtı. butiğin ismi içerisinin duvarlarının orman motifleriyle bezenmesinden ilham alınarak verilmişti.
sonrasında yavaş yavaş ünlendi, şık bir pasaj olan galerie vivienne içinde ilk defilesini yaptı. defile ama ne defile; parası olmadığından sivilcelerinden dolayı katalogdaki en düşük fiyatlı modeli seçti, bütün sivilcelerini yeşile boyayarak "konsept makyaj" havası verdi.
tasarımları beğenildikçe bilinirliği de arttı, elle’e kapak oldu , allah ona "yürü ya kulum! ne duruyorsun olm, illa japonca mı söyleyelim?" dedi. markası şöhrete kavuşunca kaçınılmaz olarak o da her mpodacının yaptığını yaptı ve parfümlerde kullanılmak üzere isminin lisansı verdi. çok sevildi, çok sattı onun adını taşıyan parfümler. hatta çoğu kişi onu sadece parfümleriyle tanıyıp modacı olduğunu dahi bilmediler.
en ünlü parfümü ise 2000 yılında çıkan ve alberto morillas tarafından tasarlanan flower by kenzo’ydu.
neyse, daha uzatmayalım ve dün covid-19’dan vefat ettiğini öğrendiğimiz kenzo takada'yı aynı parfümün 2005’te satışa çıkan “l’elixir” versiyonunun reklâmını izleyerek uğurlayalım, merhuma "r.i.p." diyelim.
not: bu reklamın müziğini tanıyanlarınız olacaktır ve hemen "deep purple'ın şarkısı ya bu, child ın time işte bildiğin" diyeceklerdir. hiçbir şeyden bu kadar emin olmayın arkadaşlar, belki gerçekler sizin bildiğinizi sandığınızdan farklıdır. bakın şurada bu parçanın olayı uzuun uzuun flood halinde anlatılmış. ilgilenenler, hele ki sabırları da varsa, okuyabilirler.
şile sahilde su içen koç şeklindeki kaya
- merhaba,
bugün şile sahilde deniz fenerinin sağ kısmında kalan bölgede su içen koç başı şeklinde bir kaya gördüm belki benzettim ama internette arattım bir şey bulamadım.
konum olaraksa şöyle anlatayım fenerden görülen sağ tarafta ki büyük kayanın üzerinden sol tarafa doğru baktığınız zaman görüyorsunuz fenerle kayanın arasında kalıyor ama o büyük olan kayadan bakmanız gerek.
şu şekilde iki fotoğraf çektim.
bu su içen koç : https://i.hizliresim.com/gmoqjv.jpg
bu da koça su içiren ben : https://i.hizliresim.com/qlzk0r.jpg
edit : bakın şimdiden söylüyorum eğer yarın öbürgün turistik bir yer olacaksa buranın kaşifi olarak kayanın adını 'koçbaşı kayası' koyuyorum. `*`
edit 2 : fularıma laf etmeyin sonuçta hepimiz ekşi yazarıyız.
edit 3 : yurtdışında yaşayanlar göremiyormuş nereden yüklemem lazım bilmiyorum bilen birisi varsa yükleyip mesajla göndersin linki buraya editlerim. // teşekkürler @fealijack 1. https://eksiup.com/9cd97c599103 - - 2. https://eksiup.com/7e4f73e1d580
edit 4 : konumu ekliyorum buradan aşağı gidince önünüze çıkan büyük kaya :
mesaj yeşilinin geri gelmesi
- güzel bir gelişmedir. adamlar yiyor ama çalışıyor.
darısı temaya.
edit: yaklaşık 254 tane 'bana da atsana bir bakayım' mesajı aldım. şizofreniden yattığım zamanlardan biliyorum. kendinize mesaj atabiliyorsunuz. yalvarırım artık mesaj atmayın..
edit 2: hala kendime mesaj atma olayı yok bende diye mesaj yağıyor. bakın anlatıyorum.
1) mesaj butonuna bas
2) sağda 'yeni mesaj' kısmına nickini yaz.
3) altındaki boşluğa 'mesaj yeşilimi görmek istiyorum' yaz.
4) yolla butonuna bas.
5) bana mesaj atma.
edit3: mobilden kendimize atamıyoruz diye hala mesaj atıyorlar efendim durduramıyoruz. mobilden girenler için anlatıyorum:
1) pc'den girin.
2) bana mesaj atmayın.
edit4: mesaj kutusunun bir annesi var mı bilmiyorum ama varsa şu an cayır cayır ağlıyor. follofoş bir mesaj kutusu üzerine istatistik:
-bana mesaj atsana ehuehuhee %28
-tamam atmayız kardeş sıkıntı yapma %21
-ahahahaa iyi güldüm % 15
-eyvallah panpa %10
-ne mesajı? %8
-diğer %13
-beni 'diğer'e yaz kanka %5
edit 5: atma. elini ayağını seveyim atma... mesaj kutusu_son_son hali__ensonhali_(38)
http://i.hizliresim.com/d3x4nn.jpg
http://i.hizliresim.com/qmbalz.jpg
http://i.hizliresim.com/pkmal8.jpg
http://i.hizliresim.com/j3nmwn.jpg
http://i.hizliresim.com/wky5g8.jpg
benim mesajı neden yayınlamadın diye mesaj atan var ya. keşke bir görseydiniz burayı. yayınlamadıklarım kusura bakmasın random seçiyorum.
edit 6: mesaj yeşilinden bıktırdınız. emeği geçen herkesin. teşekkürler.
(bkz: mesaj yeşili gitsin çingene pembesi gelsin)
kilo vermek isteyenlere tavsiyeler
- 3 ayda 15 kilo verdim. sağlıklı kilo verdiğimi düşünüyorum. 3 ay önce bazı şeyler kafama dank etti. insanın nasıl bir varlık olduğunu anladım; daha doğrusu bunu sezinledim. o günden itibaren ne yapmam gerektiğini de pek iyi kavradım. size de bunları anlatayım ki belki ortak bir noktada buluşuruz.
çok fazla abur cubur yiyen; bir başıma 2,5 litre kolayı gömen bir insandım. dürüm, lahmacun falan hiç affetmezdim. ama daha sonra farkına vardığım şey şu oldu ki; insan vücudu çevresiyle, ağacından tut; havasına kadar bir uyum içinde. bir sürü parametre var böyle. hayatının temposu da buna dahil.
sonra dedim ki; ben bu canlı alemle içiçeysem, öyleyse önce kendi bünyemi tanımam gerekiyor. o noktadan sonra doğal olmayan, fabrikasyon her türlü ürüne elveda dedim. buna plastik poşetlere girmiş sözümona organik ürünler de dahil. gittim köy pazarından alışveriş yaptım. egeli teyzelerin zeytinlerini, yağlarını kullandım. ekmeği kestim, şekeri bıraktım. çünkü daha öncesine çok fazla şeker bağımlılığına sahiptim. temiz hava bol gıda diyerek günde en az 1,5 saat yürüyüş yaptım. portakal, mandalinayı mevsiminde aldım. yemek yerken hırslanmayı, aç gözlülüğü bıraktım. stresim de azaldı, vücut direncim de kendine geldi. şimdi çalışırken, bir şey okurken daha iyi odaklandığımı hissediyorum.
ben size az az ama sık sık yiyin demem. ne bileyim organik satın alın, sabahları kibrit kutusu kadar peyniri 3-5 zeytine katık edin de demem. hatta gidip spora yazılın dahi demem. bu aletlere kendini adamanın çok ileri giden bir atraksiyon olduğunu düşünüyorum. eğer bu tempo devam ettirilemeyecekse olumlu da bulmuyorum. her hafta halı saha maçına gitmek bile daha mantıklı gözüküyor.
neyse insanın yaşam temposunun frekansına kendini uydurması lazım. tüm fabrikasyon işleri bırakın. kilo verirken de sürekli bunu düşünüp stres yapmayın. sağlıklı ve dinç yaşamak lazım. size ne kadarı uygunsa o kadarını yapın. önemli olan bu dengeyi tutturmak. ne su içerken, ne protein alırken aşırıya kaçmayın. bakın ne güzel sakin sakin kilo vereceksiniz.
uche okechukwu
- hatırlıyorum, gaziantep fener maçı, uche ile ayhan omuz omuza mücadeledeler, ayhan yre düşüyo, uche topu uzaklaştırıyo, sonra ayhan sinirleniyo, hakem bakmazken geriliyo, ucheye tekrar omuz atıyor ve tekrar yere düşüyor...
turkcell'in faturaları 1 hafta ertelemesi
- bir hafta sonra deprem bölgesine gökten sihirli ışıklar mı düşecekmiş?
'6 ay bizden olsun, para almıyoruz' diyememişler mi sermayenin uşakları?