561 entry daha
  • grigoriy petrov tarafından finlandiya'nın kalkınma hikayesi hakkında yazılıp ülkemizde ise 'atatürk'ün okulların müfredatına konulmasını istediği kitap' olarak anılan eser. günümüzden 100 yıl kadar önce yazılmış bir kitap, dolayısıyla o günlerin koşulları ile değerlendirmek gerek. karakterler gerçek hayattan esinlenilmiş olsa da idealize edilmişler. ayrıca didaktik bir dille yazıldığı için okumak bir miktar zor gelebilir.

    benim ilgimi çeken "köylüler" başlıklı bölüm oldu. bu bölümü okurken hofstede'in kültürel boyutlar teorisi içinde yer alan güç mesafesi kavramını ve atatürk'ün "köylü milletin efendisidir" sözünü düşündüm.

    güç mesafesi, hiyerarşik bir yapı içindeki yetki ve eşitsizlik seviyelerini ifade eder. karar alma gücünün tepede ne ölçüde yoğunlaştığını ve farklı konumlardaki bireyler arasında eşitsiz hakların ne ölçüde kabul edildiğini gösterir. yüksek güç mesafesine sahip kültürlerde, alt konumlardaki bireylerin karar alma süreçlerine katılımı sınırlıdır ve kaderleri genellikle yetkili konumlardakiler tarafından belirlenir.

    kitaptan şu alıntı bu dengenin bozuk olduğu durumda yaşananları gösteriyor:

    "insan köye gitmeye korkuyor. kendi adıma, bütün insanlık, toplum ve sözde uygarlık adına utanıyorum. ister istemez düşünmeye başlıyorsun: uzak ve yüksek bir yerlerde tiyatro, müzik, ressamlar ve yazarlar, parlamentolar ve bilim akademileri varken burada milyonlarca insan cehennem azabı çekiyor."

    atatürk, cumhuriyet'in ilk yıllarında geçmişten gelen güç mesafesini ve sosyal adaletsizliği azaltmak, hatta tersyüz ederek üretimi yapacak olanların önemini vurgulamak istiyordu. ne yazık ki tüm dünyada buna benzer durumların geçen 100 yıla rağmen hala var olduğunu görmek, bunca teknolojik ve medeniyet ilerlemesine rağmen insani değerler adına çok da ileri gidilemediğini gösteriyor. hatta adalet, refah ve eşitliği iyileştirmesi beklenen gelişmeler yeri geldiğinde bu durumu bozan etkenler olarak gücü elinde bulunduranlara hizmet eder hale gelmiş durumda. aslında tarihin her döneminde eşitsizlik vardı ama eşitlik iddiası olan bir çağda daha iyi durumda olunması beklenirdi. kitap bunca olumsuz ve imkansızlığa sahip bir çağda çözümün ne olduğunu da anlatmış. bu problemlerin farkındalık, ahlak ve eğitim üçgeni içinde çözümü olduğu da çağlar boyunca değişmeyen bir hakikat olarak günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

    ***

    kitabın alıntı yaptığım bölümün geri kalanı da muhtemelen 1800'li yılların sonu ve 1900'lü yılların başındaki birçok ülke ile benzer özellikler taşımaktaydı:

    "köy doktorunun anıları" kitabının yazarı göreve başladığı ilk günden itibaren yaşadıklarını kaleme almıştır. kitabında tıp fakültesini bitirerek nasıl ve hangi planlarla görev yerine geldiğinden bahsetmektedir. kendisi hayatın şımarttığı şanslı insanlardan değildir, çocukluğu ve gençliği büyük yokluklar içinde geçmiştir. küçük bir şehirde ayakkabı tamircisi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen doktor, hayatın herkese gülümsemediğini kendi yaşamında edindiği tecrübeden biliyordu fakat burada gördükleri onu bile şaşkına çevirmişti.

    görev bölgesini dolaştığı zaman kendisini korkunç bir rüyada, bir kabusun içinde hissetti. aklına gelen ilk şey mağara insanlarının yaşadığı tarih öncesi döneme gönderildiği idi.

    kendi görev bölgesinin belki de acı bir istisna, bir tesadüf olduğunu düşünerek komşu bölgelere gitti. fakat oralarda da durum aynıydı, hatta bazı yerlerde daha kötüydü. her tarafta ilkel yaşam kalıntılarını aratmayacak görüntülerle karşılaşıyordu.

    kayalık bölgelerde kaba bir şekilde yontularak üst üste yerleştirilen taş yığınları barınak olarak kullanılıyordu. kapılar alçak, pencereler küçüktü. çerçeveler çok ince ve duvara iyi oturmadığı için rüzgârın önünü kesemiyor, yağmur ve kar içeri doluyordu.

    pencere sayısı azdı, cam yerine bez parçaları, yağa batırılmış kâğıt, nadiren ise köpüklü naylon kullanılmıştı. birçok durumda ise pencere yeri boştu.

    bir kuralmış gibi hiçbir yerde soba borusu yoktu. taş ve balçıktan yapılmış üstü açık sobalardan çıkan duman yerden tavana dek bütün eve yayılarak en son çatıdaki delikten dışarı çıkıyordu. insanlar gözlerini yakan dumanda boğuluyordu, herkes is ve kurum içindeydi.

    çalışırken, yemek yerken ve uyurken insanların üzerinde hep aynı kıyafetler olurdu. yıllarca banyo yapmaz, hiçbir zaman çamaşır yıkamazlardı. vücutlarını parazitler kaplamıştı, herkes trahom hastasıydı. sık sık soğuk algınlığına yakalanan insanlarda bu hastalık giderek vereme dönüşüyordu.

    tuvaletler su kaynaklarının hemen yanındaydı. su mikrop doluydu, bu nedenle sarıhumma kol geziyordu.

    çocuklar arasında dizanteri, difteri, kızıl ve çiçek hastalıkları çok yaygındı, binlerce çocuk bu hastalıklardan ölüyordu. halkın neredeyse tamamı hastaydı. kötü beslenen insanlar arasında engellilerin sayısı artıyordu. herkes korkunç bir şekilde içki içiyordu. çok sayıda sağır ve dilsiz, kamburu çıkmış, kör, akıl hastası, elleri ve ayakları tutmayan insan vardı. cüzzamlılara bile rastlanıyordu.

    kitabın yazarı olan doktor şunları kaleme almıştı:

    "insan köye gitmeye korkuyor. kendi adıma, bütün insanlık, toplum ve sözde uygarlık adına utanıyorum. ister istemez düşünmeye başlıyorsun: uzak ve yüksek bir yerlerde tiyatro, müzik, ressamlar ve yazarlar, parlamentolar ve bilim akademileri varken burada milyonlarca insan cehennem azabı çekiyor.

    bir kulübeye giriyorsun, kızıl hastalığına yakalanmış üç çocuk toprak zeminde yatıyor. doğum sancısı çeken anneleri de çocuklarının yanına uzanmış. sarhoş ve umutsuz baba bir köşede oturuyor. kendisine "utanmıyor musun? evinde bu kadar acı yaşanırken sen ayyaş gibi içmişsin!" dediğinizde mırıldanarak "sen de burada yaşarsan içmeyi bırak, boğulursun. bizim yaşadıklarımızı yaşayan insanların içmemesi mümkün mü?" diye cevap veriyor.

    diğer kulübede karşınıza farklı bir manzara çıkıyor. kan öksüren anne verem hastalığının son aşamasını yaşıyor, hâlsizlikten başını bile kaldıramadan yerde yatıyor. sarıhumma hastası baba bilinçsizce sayıklıyor. ikisi de toprak zeminde, bir yığın bezin üzerine uzanmışlar, evde karyola yok. anne ve babanın yanında emekleyen iki küçük kız çocuğunun birisi bir, diğeri ise iki yaşında. çocuklar canlı birer iskeleti andırıyor.

    komşular birbirlerini umursamıyorlar. alışmışlar, ayrıca herkesin kendine yetecek kadar derdi zaten var.

    herhangi bir yerde çiçek veya sarıhumma salgını baş gösterdiği zaman yönetim salgınla mücadele amacıyla iki üç doktor görevlendiriyor. insanlar buna öfkeli bir hâlde tepki gösteriyorlar:

    "hangi aşılardan, dezenfeksiyondan bahsediyorsunuz? hastalıkları tanrı gönderiyor. ayrıca, çocukları tedavi etmeyin, bırakın ölsünler. böylece, aç insan sayısı daha az olur. siz büyüklere yardımcı olun, bizleri tedavi edin."

    neredeyse her kulübede frengi, verem, göz iltihabı, dropsi, kanser vs. hastalıklardan mustarip olan insanlara rastlanabilir

    önce umutsuzluğa kapılıyorsun, daha sonra ise yorgunluk ve derin bir umursamazlık duygusu baş gösteriyor. doğurmakta olan kadının yanında oturan sarhoş kocasının dediği gibi insan şuurunu kaybedene kadar içmek veya kendini boğmak istiyor.

    doktor şehirlerde yaşayan halka, politikacılara, bilim ve sanatla iştigal eden şahıslara ve basına hitaben şunları dile getiriyordu:

    "baylar! körebe oynamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? vatanseverliği, halk sevgisini, kültürel gelişime sağladığınız katkıyı bağırarak anlatıyorsunuz. kendiniz halk ve vatan için, kültür adına ne yaptınız, söyler misiniz? bazıları utanmadan, inatla ve haince bir arsızlıkla bu "değerli vatanı" talan ediyor, "sevgili halkını" soyup soğana çeviriyor. diğerleri bürolarda, yayınevlerinde aylak aylak vakit öldürüyor, okul ve üniversitelerde memur olarak çalışıyor. ve bütün bunlar olurken "sevgili halkı" temsil eden milyonlarca insan maddi manevi çöküşe sürükleniyor, sakat kalıyor, içip kendini kaybediyor, kalpleri kin ve öfke doluyor. halkın temel değerleri giderek yok oluyor.

    henüz geç değilken halkı ve ülkeyi bu durumdan kurtarın. halk kitlelerinin arasına katılın, hastalıklarını iyileştirin, onları eğitin ve terbiye edin.

    insanlara ev yapmayı ve evin içinde düzen sağlamayı öğretin. toprağı daha verimli nasıl işleyebileceklerini gösterin. milyonlarca insana hijyen, güneş, temiz hava, ışık, kuru ve sıcak yuva sağlayın. halka insan gibi yaşamayı öğretin, insan haysiyetine yakışır bir hayat kurma olanağı sağlayın, bu konuda yardımcı olun."

    doktor kitabın son bölümlerinde şunları yazıyordu:

    "devlet büyük bir aile, halk kitleleri ise sizin kardeşlerinizdir. onların korkunç şartlarda yaşaması nüfusun üst kesimlerini oluşturanlar açısından bir utanç kaynağı ve bir suçtur. unutmayın: halk uzun süre sabredebilir ama her şeyin bir sonu vardır. zincirlerinden kurtulmak isteyen halk kitleleri bir gün kendini kaybedebilir. işin bu noktaya varmasına izin vermeyin!"

    edebiyat çevrelerinde kitapla ilgili tartışmalar hayli uzun sürdü. fakat kitap toplumsal görevini başarıyla yerine getirdi ve büyük gelişmelere vesile oldu. finlandiya'nın her tarafındaki tıp toplulukları meslektaşlarının yazmış olduğu kitabı sayfa sayfa okuyup dikkatle tartışmaya başladılar.

    bölge yöneticileri ve toplum önderleri bir araya gelerek kitapta ele alınan onlarca sorunu çözüme kavuşturdu. çeşitli bölgelerde yapılan çalışmalarla ilgili raporlar kamuoyuna duyuruluyor, makaleler yayınlanıyor ve insanlar bilgilendiriliyordu. daha önce kimsenin hakkında düşünmek dahi istemediği ve dile getirmediği bir konu, halkın kökleşerek müzmin hâle gelmiş öfkesi, toplumun gözleri önünde açıkça tartışılmaya başlanmıştı.

    parti kavgalarını ve şahsi entrikaları bir tarafa bırakarak halk sağlığının korunması ve toplumsal yaraların sarılması konularına eğilmek bir zarurete dönüşmüştü. ülkede kaç verem hastasının bulunduğu ve hem hastanın kendisi hem de yakınlarının ıstırap çekmesine neden olan bu hastalıktan her yıl kaç insanın hayatını kaybettiği rakamlarla ortaya kondu.

    sıtma ve trahomaya yakalanan insanların; bakımsızlık ve bulaşıcı hastalıklardan ölen çocukların; bir yılda diş ağrısından mustarip olan hastaların; dili tutulan, kör olan ve diğer nedenlerden dolayı sakat kalan kişilerin sayıları belirlendi. bir yılda ülkede içkiye ne kadar para harcandığı hesaplandı, sarhoş vaziyette işlenen çeşitli suçların (kavga, yaralama, cinayet, kundaklama, ırza geçme ve hırsızlık gibi) sayısı saptandı.

    ortaya çıkan rakamlar korkunçtu. bağırarak gerçekleri insanların yüzüne vuran, çekiç darbeleri gibi kafalara inen bu veriler, sorumluların halkın içinde bulunduğu durumdan utanç duymasına vesile oldu. rakamlar olumsuzluklara karşı mücadele etmenin gerekliliğini haykırıyordu.

    hükümetin, vilayet yönetimlerinin ve toplum örgütlerinin ortak çabaları sonucu çeşitli alanlarda uzman olan doktorlardan müteşekkil gezici sağlık ekipleri oluşturuldu. diş hekimlerinden, göz, kulak, çocuk ve kadın hastalıkları alanında uzman olan doktorlardan kurulu bu ekipler köyleri dolaşarak insanları tedavi ediyor; gözleri, kulakları ve dişleri temiz ve sağlıklı tutmak için yapılması gerekenleri anlatıyor, kadın ve çocuk sağlığı konusunda bilgi veriyorlardı. çocukların, erkek ve kadınların hayatını ve sağlığını parasal değerlerle ifade etmek suretiyle, çocukları büyütmenin maliyetini, hastalık ve ölüm nedeniyle söz konusu olan maddi kaybı ortaya koyuyorlardı.

    köylüler insan hayatının ekonomik değerini daha iyi anlamaya başladılar. kendilerine şu telkin ediliyordu:

    "birilerinin çalmaması veya kaybolmaması için paranızı muhafaza ediyorsunuz. çocuklarını, karını ve kendini en değerli, canlı para olarak düşün. onları koru, harcayarak bitirme, aksine artırmaya çalış."

    köylerin çoğunda sobalı ve duman borulu, geniş pencereli ve çift çerçeveli örnek köylü evleri inşa edildi.

    çok uygun fiyata köylülere ev yapacak işçi kooperatifleri kuruldu. hükümet, yeni inşaatlar için gereken cam, menteşe, hazır kapı ve çerçeveler, ev eşyaları ve diğer malzemelerin köylü toplulukları aracılığıyla ve en uygun fiyatlardan temin edilmesini sağlamak amacıyla birçok yerde inşaat malzemeleri deposu açtı.

    beş on sene sonra birçok köyün çehresi değişti. evler, hayvanların barındığı ahırlar olmaktan çıkarak insan yaşamı için elverişli mekanlara dönüştü.

    köylüler daha iyi ve kalın giyinmeye başladılar. ülkenin en dürüst insanları arasından seçilmiş toplum görevlilerinin gözetiminde özel atölyelerde binlerce kalın elbise, palto, binlerce çift ayakkabı ve çamaşır üretiliyordu. en kaliteli ve dayanıklı malzemelerden imal edilen bu ürünler ülkenin her tarafına dağıtılarak üretim maliyetine tekabül eden çok düşük fiyattan halka sunuluyordu.

    insanların dış görünüşü de değişirken herkes daha neşeli olmuş ve bayram havasına bürünmüştü. yamalardan görünmez hâle gelmiş çirkin, kirli paçavralara, sonbahar ve kış mevsimlerinde soğuktan titreyen çıplak vücutlara artık rastlanmıyordu.

    aynı anda öksürük, grip, bronşit ve nezle gibi hastalıklar da yok olmuş, verem kurbanlarının sayısı yarıya düşmüştü.

    çocuk ölümleri azalmış, trahoma yok edilmişti. birçok yerde halk böyle bir hastalığın varlığını unutmuştu bile.

    kadınlar daha sağlıklı olmuş, yeni doğan çocuk sayısı artmıştı. artık bebekler daha iri ve sağlıklı olarak doğuyordu.

    ülkede çalışabilir nüfusun sayısı artmış, insanlar daha fazla üreterek, daha iyi beslenmeye başlamıştı.

    kaynak:
    beyaz zambaklar ülkesinde - grigoriy petrov
hesabın var mı? giriş yap