hesabın var mı? giriş yap

  • domatesin buzdolabında değil, oda sıcaklığında tutulması gerektiği. bunun sebebi dolapta saklanan domatesin doğal lezzetini kaybetmesiymiş. diyelim ki birkaç gün içinde tüketmeyeceksiniz, bu sebeple dolaba koydunuz. yine de domatesi tüketmeden önce bir gün kadar oda sıcaklığında tutmak lazımmış. bu bir günlük sürede domatesteki bazı enzimler tekrar aktif olur ve lezzeti güzelleşirmiş.
    kaynak

    muz da oda sıcaklığında tutulmalıymış. amma öyle raf üzerinde, hele plastik poşette hiç olmazmış. muz asacaklarını sadece göze hitap eden biraz gereksiz bir aksesuar sanmışımdır hep. halbuki bi işlevi varmış. muzun havayla temasını sağlıyomuş o. asmayıp da bir yüzey üstüne yatırırsak havayla temas etmeyen, yani yüzeye değen kısmı kararır, bozulurmuş.
    kaynak

    ilaveten, meyveler dolaba konurken değil, yenilmeden hemen önce yıkanmalıymış, tazeliklerini daha uzun bir süre koruyabilmeleri için tabi. satın aldığınız meyveyi bir gün içinde yiyecekseniz, çilek gibi çabuk bozulan bir meyve bile olsa oda sıcaklığında bekletmeliymişsiniz.
    kaynak

    patates ve soğan farklı sepetlerde tutulmalıymış mesela. beraber olurlarsa daha çabuk bozulurlarmış.
    kaynak

    aldığı sebze meyvenin yarısını çöpe atan biri olarak ufkumu ikiye katlamış ve muftak harcamamı ikiye bölmüştür. belki çoğunuz bunları zaten biliyodur ama benim gibi mutfak cahillerinin işine yarar, bulunsun.

    bonus olarak, geçmeye başlamış, hepten yumuşamış marul, yapraklarını koparıp yarım saat soğuk suda tutulunca bi silkinip kendini topluyomuş. onun da ömrünü uzatmak için tüyolar var ama bana zor gelir, ister okuyun ister resimlerine bakın şurdan: kaynak.

    edit: bu da fandango'dan gelsin. hafif bozulmuş rengi solmuş kırmızı eti bir süre soğuk suda bekletince taptaze kıpkırmızı etiniz oluyomuş. yalnız kaynak olarak kasabını gösterdi. kanıt olarak kasapla çekilmiş bir resmini istiycem şimdi. resim gelene kadar siz yine de denemeyin.

  • atom bombalarının nadir olan faydalarından birisi.

    evet insan evladının en dehşet verici silahlarından atom bombaları neyseki savaş için sadece 2 kez kullanıldı. sonrasında defalarca test amaçlı kullanılsa da 1945 yılından bu yana insan evladını öldürmek için kullanılmadı.

    bütün bu kötü sonuçlarının yanında esamesi okunmasa da bir iyi yanı var bu bombaların. üstelik sanat alanında. evet evet hem de resim sanatı. nası yani?

    1945 yılından önceki döneme ait olduğu iddia edilen tablolarda eğer caesium-137 veya strontium-90 izotoplarına rastlanırsa o tablo sahtedir. çünkü atom bombalarının reaksiyonu ile ortaya çıkan bu izotoplar daha önce doğada mevcut değildi. ilk nükleer deneme new mexico da 1945 yılında yapıldı.

    yani eğer bir tabloda bu izotopların kalıntısına rastlanırsa o tablo kesinlikle 1945 yılından sonra yapılmıştır. çünkü doğaya yeni yayılan bu izotopları emen bitkilerden elde edilen boyalar ancak bu yıldan sonra kullanıldı.

    2
    1

    edit: faydaya bak çay demle!

  • birazdan ssg gelecek; o zamanlar 8 yaşındaydım yanlış kod yazmışım o kodu düzeltene kadar sıkıntıdan yarım kilo zeytin yedim ama sonunda düzelttim, o hatalardan ders almasaydim ekşi sözlüğü kodlayamazdım diyip, debeye giricek.

  • adam gelmiş, "beni kirala bari oynatmıcaksan" diyo. "tamam" diyorum, "kiralıcam seni", kiralık listesine kouyuyorum. bekle bekle teklif yok, kulüplere öneriyorum, yine teklif yok. gel zaman git zaman, bu yine geliyo, "hoca" diyo "sen sözünü tutmadın, beni kiralıcağına söz vermiştin!1".

    ulan, teklif yok teklif! napayım, sahibinden'e mi ilan vereyim "kiralık oyuncu var" diye!

  • amerikan baskanlik adayi trump'ın dogusuna survivor programının sebep olması. dun gece sol frame'de trump towers'ın açılışını yapmakla yanlış yaptım ve survivor 2016 basliklarini alt alta gorunce aklima geldi. survivor basligina yazdim fakat bence buraya daha uygun bir entry.

    orijinal survivor'in yapimcisi mark burnett programın herseyi ile kendisi ilgilenmektedir ve yarisma sebebiyle iki cocugunu amerika'da birakip birakip dunyanin ucra koselerine seyehat etmekte, aylarca geri donememektedir. bu canina tak etmistir ve sorumluluklarini sunucu jeff probst'a devredip amerika'da calisabilecegi bir pozisyon arayisindadir. yani yeni bir tv programı formatı bulmalidir.

    survivor 2002 marquesas'in canli final yayini new york central park wollman buz pistinde kurulan prefabrik bir studyoda yapilir. bu pist ozeldir. new york belediyesinin 12 milyon $ ile 6 yılda yola sokamadigi pisti trump cok kisa bir surede hesaplanandan cok dusuk bir butceyle kurtarmis ve isler hale getirmistir. bir anda, fiyasko pist projesi para basmaya baslamistir. wollman rink
    bu basarı amerikan basininda baya ilgi gorur.
    final yayini surerken mark burnett piste bakar ve o an aklina the apprentice (cırak) programı fikri gelir. tam bir "aha buldum" anı. amerika'da aradıgı is budur ve bu programi kesinlikle trump yapmalidir.

    cırak'a kadar trump zengindir fakat populer degildir. insanlar onu kisisel olarak tanimamaktadir. bu programın gordugu ilgi ve seyircinin tepkisi uzerine trump baskanlıga aday olmaya karar verir. bugun secmen uzerindeki "trump herseyi yapar, herseyin ustesinden gelir, cok basarili, cok guclu" algısı cırak programının eseridir. oysa ki 2000'lerin sonlarına dogru trump basladıgı bir cok projeyi yarıda bırakmıstır ya da batırmıstır. medya ve algı politikasının gucu adınaaaa!

    zamanla mark burnett trump'a verdigi destegi geri cekmistir, cırak programını elinden almıstır fakat gecmis olsundur, frankenstein dogmustur. mark burnett survivorı yaratmistir, survivorın varligi cırak programını, bu program da trump'ı yaratmıstır. bakalim trump neler yaratıcaktır.

    edit: izledigim kaynak roportajı bulamadım. fakat su kaynakta bahsi geciyor.

  • hababam sınıf'ının mahmut hoca'sı münir özkul'un milyarder filminde de mahmut hoca rolünün devamını oynadığı gerçeği.

    bugün denk geldiğim milyarder filmini izlerken geçen replik ile vay amuaa tepkisi eşliğinde kafamda şimşeklerin çakması sonucu tüme varım yaptığım olay.sonrasında merak ettim biraz araştırdım hababam sınıfı filmleri aşağıdaki tarihlerde çekilmiş.

    hababam sınıfı 1975

    hababam sınıfı sınıfta kaldı 1976

    hababam sınıfı uyanıyor 1977

    hababam sınıfı tatilde 1978

    hababam sınıfı dokuz doğuruyor 1979

    hababam sınıfı güle güle 1981

    milyarder filmi ise 1986 yılında çekilmiş.hababam sınıfı güle güle filmi aynı zamanda mahmut hoca karakterinin olmadığı tek hababam sınıfı filmi.ayrıca bu filmde hafize ana'nın nazlı adında bir kızı olduğunu bilgisini de cebe atıyoruz.milyarder filminde ise mahmut hoca ile boncuk sultan(hafize ana) evlenmişler ancak kızları ölmüş ama nasıl öldüğü bilgisi yok.bu ölümün getirdiği yıkım ile boncuk sultan yatalak olmuş ve konuşamaz durumda.

    son olarak aşağıdaki repliğe bakıyoruz.

    gazeteci1: milyarderle konuşamadık bari seninle konuşalım amca.adın ne senin?
    mahmut hoca: şey mahmut... mahmut hoca derler.
    gazeteci2: şu şapkanı takar mısın mahmut hoca. niye hoca diyorlar imamlıkta mı yaptın?
    mahmut hoca: yok oğlum yapmadım.biletçilik benim mesleğim değil.öğretmendim emekli oldum.biz evde iki kişiyiz.kızım vefat ettikten sonra hasta karımla birlikte yaşıyorum.ama bugünlerde emekli maaşı malum iki kuru başa bile yetmiyor.enflasyonda malumunuz.geçinemeyince bende bilet satmaya başladım.

    üzerinden yıllar geçsede yeşil çam filmleri(özellikle kemal sunal ve şener şen filmleri) izledikçe izlettirir her yaşımda farklı bir detay, farklı bir mesaj yada tespit yakalarım.gerçektende bazen okadar ince görmüşler ki insan hayret etmeden edemiyor.görünen köy klavuz istemez o nedenle bu konuda çok bıkbık yapmayacağım.sanatın özelliklerinden biride kalıcı olmasıdır.kendi adıma bize bu kalıcı eserleri bıraktıkları için emeği geçen tüm büyüklerimize teşekkür ederim.eyorlamam bu kadar.

    debe editi: aslında daha çok okuyucuyum. es kaza debeye girmişim bari bir işe yarasın. bugün sizde bir değişiklik yapın hayatınızda ki değer verdiğiniz insanlara sevginizi belirtin.sevindirin onları.

    iyi ki hayatımdasın güzel insan.seni seviyorum.

  • bir şarkıcının başarısı nasıl ki sahne arkasındakilere bağlıysa, çalışan kadınların özellikle çalışan annelerin hayattaki duruşu da yine sahne arkasındakilere bağlıdır. kimler midir onlar? ilk sırada kadının kocası gelir. sizi destekleyen, eksiğinizi görmeyip üzerini kapatan bir eşiniz varsa tebrikler 1-0 önde olan azınlıktansınız. baba olacağını duyduğunda sevinçten bir büyük açtıran, dokuz ay boyunca karnınızı okşayan, doğum yaptığınızda baklava dağıtan adamın, bebeğin kolik sancılarıyla birlikte uykusuzluktan şikayet etmesi ve "yok mu bu sıpanın kapatma düğmesi?" diye sorması arasındaki süre yaklaşık 40 gündür. bu süreç, diş ateşi, yürüme egzersizleri, "çocuğum iki dakka dur yaa" dönemi, iki yaş sendromu, üç yaş inadı ile devam ederken bir bakarsınız ki adam arazi olmuştur. fiziksel olarak yanınızda, yatağınızdadır evet ama aklı fikri kuş olup uçmuştur. bu sırada kadına ne olur peki? kadın kadınlığını unutur ve çoğu zaman geri gelmemek üzere kaybeder. çocuğu yaparken gösterilen heves yerini arkasını dönüp horlaya horlaya uyumaya bırakır.

    sahne arkasının ikinci aktörü ise anne/kayınvalidedir. torununa bakan, bakamıyorsa bile başında duran bir anne, çalışan kadının en büyük destekçisidir. çalışan kadının elinde oje, saçında fön varsa annesi sayesindedir. anneniz/kayınvalideniz çocuğunuza bakıyorsa susmanın ne demek olduğunu en çok bu zaman diliminde öğrenirsiniz. çünkü ne kadar yanlış yaparsa yapsın alttan almak ve sunulan bu nimete nankörlük etmemek durumundasınızdır. peki anneniz çocuğunuza bakmıyorsa ya da bakamıyorsa? elinizden hiçbir şey gelmez. ne annenizi bakıcılık yapmadığı için suçlayabilirsiniz ne de dünyaya henüz gelmiş o masum yavruyu karnınıza hatta bir yumurta hücresi olduğu günlere geri gönderebilirsiniz. yapılacak tek şey "elin kadınlarıyla" uğraşmaktır. bakıcı bulamazsınız. bakıcı bulursunuz parayı beğenmez. parayı beğenenini bulursunuz sonra bir bakarsınız ki tuvaletten çıkarken ellerini yıkamıyor. temizini bulursunuz zamanında gelmez. zamanında gel dersiniz "beğenmiyorsan başkasını bul" der. her allahın günü evinizi ve yavrunuzu bir yabancının sevk ve idaresine bırakıp yollara düşersiniz. bu sürecin sonucu, insanlara olan saygıyı ve sevgiyi kaybetmektir. bakıcı kadınlarla o kadar yüz göz olursunuz ki bundan sonraki hayatınızda ne zaman bir insandan hizmet almaya kalksanız direk çirkefe bağlarsınız. kazığı çok, tecrübesi bol olan bir dönemdir.

    sahne önünde çalışan kadını destekleyen üçüncü kişiler ise her türlü destek personelidir. bu personelin müdiresi ise eve gelen (gelebiliyorsa) gündelikçi kadındır. allah onların hepsinden razı olsun. temiz çamaşır, ütülü gömlek bulabiliyorsa çalışan kadınlar, yine bir çalışan kadın sayesindedir. bu konfora sahip olabiliyorsanız şükredin. zira günde 12 saat çalışıp haftasonlarını temizlik ve yemek yaparak geçiren kadınlar çoğunluktadır. paraları vardır ama bütçeleri yoktur. çünkü ödenmesi gereken kredi taksitleri, yapılması gereken market alışverişleri ve her ay kocasının maaşı ile birlikte zar zor birleşen yakaları vardır. ikinci gruba giriyorsanız, öz saygınızı yitirmeniz işten bile değildir. tabiri caizse eşekler gibi çalışıp elinde avucunda hiçbir şey kalmadan yaşamanın başka bir sonucu olamaz zaten.

    sahne arkasının en haylaz çocuğu ise patronunuz / amiriniz / müdürünüz / şefinizdir. çalışan annenin bu konudaki şansı ise fifty/fifty 'dir. eğer patronunuz çocuk büyütmüş, uykusuz kalmış ve eşine değer veren birisi ise tebrikler. dört ayağınızın üstüne düştünüz. eşinden nefret eden, erkek üstünlüğüne inanan, empati yeteneğinden yoksun bir mobbing kralının eline düştüyseniz vay halinize. çocuğunuzun ateşini ancak ve ancak watsaptan takip eder kreşin ilk gününde o küçücük melek arkanızdan ağlarken geri dönüp ona sarılamaz ve insanlıktan çıkarsınız. çalışan kadın bu dönemde profesyonelliğini kaybeder. işini sadece para kaynağı olarak görür ve her gün daha fazla nefret eder. iyi bir mesleğe sahip olmanın bedeli bir çocuğun gözyaşları olmamalıdır.

    tüm kadınların, kadınlıklarını yitirmeden, insanlara ve kendine olan sevgisini, saygısını kaybetmeden, profesyonel bir erkek gibi çalışıp anne olabildiği günleri görmek dileğiyle...

    not: iş bu entry bir 8 mart entrysiydi. bir çalışan anne tarafından yazıldığı için ancak bu gece postalanabildi.

  • birçok alanda sahip olduğu gücü vatandaşlarına hissettiren ülke.

    yasaklar kalktığından beri cuma günleri ofise gidiyorum. iş çıkışında da, bağlı olduğum partnerle yakındaki publardan birine bir şeyler içmeye gidiyoruz. dün de gittik, klasik ingiliz sohbeti havalar da çok bozdu, hafta sonu planınız var mı, covid de ne covidmiş arkadaş, seyahat yasakları vesaire.

    bir ara, benim oğlan da arkadaşlarıyla “wallet and passport day” yapamadı aylardır dedi. nedir dedim o, yeni bir deyim mi deyiş mi. yok dedi. bunlar birkaç arkadaş, her ay, yanlarına sadece 200 pound nakit -muhtemelen benim müdürün aylık gelirinin %1'i- ve pasaport alıp sabahın köründe havalimanına gidiyorlarmış, ekrandan bir uçuş seçip bütün günü orada geçirip, gece geri geliyorlarmış. o an, dedemin kirvesinin adına kadar bilgi verdiğim, alırken kırk takla attığım vize süreçleri, oha mcdonald's menü 120 liraya geliyor serzenişlerim geldi.

    başka kaç ülke vatandaşına böyle bir lüks sağlayabilir bilmiyorum.

  • bu başlık altına bunları yazacağımı hiç düşünemezdim.

    uzun zamandır oyun oynadığım ama hiç muhabbet etmediğim biriyle en son 5 şubat akşamı karşılıklı hamle yaptık. normalde en geç bir iki saat içinde hamle yapmasına rağmen bu kez 72 saatlik hamle süresini geçirdiği için oyunu kaybetti.

    oyundaki nickinin sonu "_46" olduğu için kahramanmaraşlı olduğunu ve depremde başına bir felaket geldiğini düşünüyorum. belki şu an enkaz altında, belki bir yakınını kaybetti, bilemiyorum. kendisine yeni bir oyun teklifi gönderdim. insanın böyle günlerde oyun oynayası gelmiyor ama şu anda ekranda "..._46 ile yeni oyun açıldı" cümlesini görmeyi çok istiyorum.

    ***

    mutluluk edit'i: 11 şubat sabahı itibariyle yeni oyun açıldı. çok sayıda arkadaş iyi dileklerde bulunup böyle bir edit'i beklediklerini yazmışlardı.