• %100 doğru bir tespittir. 1972'de john yudkin şekerin zehir olduğunu "pure white and deadly" yani "saf, beyaz ve ölümcül" isimli kitabıyla kanıtlamıştı ama hazır gıda şirketleri bu adama karşı çok fena bir lobi yaptı, itibarına saldırdı ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan ancel keys'in hipotezini kabul etti. (bkz: ancel keys/@jaheira) ama zaman, john yudkin'i haklı çıkardı.

    sigara şirketleri de 1950'lerde doktorlara sigara içirtip sigaranın sağlığa yararlı olduğunu iddia etmişlerdi. sonra millet kalp krizinden patır patır ölmeye başlayınca güneşi balçıkla sıvayamadılar ve bugünlere geldik. şeker de sigaranın geçtiği yollardan geçiyor şu an. herkesin patır patır şeker hastası olmasının nedeni bu. ama tip-2 diyabet iyileştirilebilen bir hastalık. şeker ve un tüketmeyince, bir de aralıklı oruç yaptığınızda sistemi sıfırlayabiliyorsunuz. the magic pill belgeselini izleyin.

    canımın içi profesör doktorum robert lustig, şekeri kokaine benzetiyor ve katıldığı bu yayın "bunu izledikten sonra bir daha asla şeker yemeyeceksiniz." başlığıyla paylaşılmış: youtube linki ben bu adamın tüm röportajlarını izledim. izledim izleyeli de ağzıma şeker zerresi bile sokmuyorum. eşek gibiyim.

    özetle diyor ki: şeker, sizin hücrelerinizin yapısını bozar, hücre bozulursa da hastalık gelişir, sonra ölür gidersiniz. yani: görsel robert lustig, kalori hesaplamasını çürüten adamdır. şekerle aldığınız 2000 kalori ile, etten aldığınız 2000 kalori aynı değil. vücutta farklı işlem görüyor. şeker sizi öldürürken, et yaşatıyor.

    aynı zamanda şeker, tüm ülkelerdeki sağlık sistemi üzerindeki en büyük yükün nedenidir. ekürileri de un ve mısır şurubu. yani aylarca raf ömrü olan tüm hazır gıdalar. şunu bilmeniz lazım: raf ömrü olan, paketlenmiş gıda yapay gıdadır. gerçek besinin raf ömrü yoktur, çabuk bozulur. yani et, hayvansal gıda ve sebze tüketmeniz gerekiyor. bunlar sağlıklı yiyecekler. aslında insanımızı sağlıklı beslenmeye ve günde 1 öğün yemeye bi alıştırsak hastanelerde in cin top oynar. hastanelere sadece bi kaza sonucu yaralanmış olan insanlar gelir ve kronik hastalığı olan kimse kalmaz. boş konuşmuyoruz, referans aldığım doktorlar şunlar: robert lustig, yoshinori nagumo, john yudkin, jason fung, william davis, tim noakes. hepsinin ortak iddiası şu: fabrika ayarlarına göre beslenen ve hareket eden bir vücutta hastalık olmaz. insan vücudunun kendisi dünyanın en iyi doktorudur, sadece benzini doğru koymanız lazım. bir de: görsel

    the secrets of sugar belgeseli de çok ibretlik. röportaj yaptıkları, domates çorbasının içine bile kaşık kaşık şeker koyan şirketlerin yetkilileriyle görüşüyorlar. hepsi de bu konuda yorum yapmamak için kıvırıp duruyor ve hepsi de en sonunda "bize ne kardeşim? yemesinler." diyorlar. tamam da, bu konuda insanları bilgilendirmek, bağımlılık yaptığını da söylemek zorundasınız. abur cuburun çocukların dişlerini nasıl mahvettiğini ve çocuklarda bile nasıl bir obezite pandemisi olduğunu anlatan bir ingiliz belgeseli: link

    şeker, zehirdir. hayat ve yaşamak güzeldir. lütfen sağlığınızı riske atmayın.

    edit: arkadaşlar "olupta" yazan ve şekerin faydalı olduğunu söyleyen kişilere n'olur inanmayın. adam daha kendi ana dilini sökememiş ya. bundan mı sağlık tavsiyesi alacaksınız? benim verdiğim tavsiyelerin hepsinin kaynağı belli. o doktorları dinleyerek ne dediğimi anlayabilirsiniz. şeker, brain fog denilen zihin bulanıklığına ve bununla beraber kronik yorgunluğa da yol açıyor. böyleleri de bunun en güzel örneği.

    edit2: sağlığı konusunda bilgilenmeye meraklı olan kişileri görmek çok güzel. ancak aynı zamanda bir ton cahille de uğraşıyoruz ve onlar adına o kadar üzülüyorum, o kadar bilmiyorlar ki... hayır ya hasta olacaklar ya da ölüp gidecekler ona üzülüyorum. şekeri öven cahilleri geçtim, bazı veganizm sempatizanları et yemeyi övdüğüm için alınmış ve "atalarımız neden erken yaşta ölüyordu? et yiyorlardı da ondan!" diye acınası bir tespitle gelmiş. yani savaşları, bulaşıcı hastalıkları, tıbbın yeterince gelişmemiş oluşunu, aşının ve penisilinin henüz bulunmamış olmasını ve kötü hijyen şartlarını bir kenara atalım, adamlar et yemekten ölüyormuş yav! vay be... arkadaşlar, carnivore diyeti diye bir diyet var. yani sadece etçil beslenmeye dayalı bir diyet. bu diyetin henüz kötü bir etkisine rastlanmadığı gibi, bazı otoimmün hastalıkları iyileştirdiği bile görüldü. en ünlü örneği jordan peterson'ın kızı mikhaila peterson. kızda artrit varmış ve sadece et yemeye başladıktan sonra sağlığı düzelmiş. joe rogan'a falan çıktı, izleyebilirsiniz.

    tabii ben et, hayvansal gıda ve sebzeye dayalı bir beslenme biçimi uyguluyorum ama kırmızı et konusunda önemli olan şey şu: bu hayvanların doğal beslenmiş olması gerekiyor. "grass fed animals" diyorlar buna. bu hayvanların çayırda çimende ot yiyerek beslenmeleri, öyle mısır küspesi falan yememiş olmaları gerekiyor. işte böyle hayvanın kırmızı eti tam bir şifa ve dinlediğim doktorlar ette ve hayvanların organlarında ihtiyacınız olan her şeyin olduğunu söylüyor. bizim türümüz sadece 15.000 senedir tarım yapıyor ama tam 100.000 "nesildir" et yiyor. bu bile tezimi kanıtlamak için yeterlidir. ayrıca veganları hoplattığım entrym de şu: (bkz: #160326374) çok konuşmasınlar.

    yukarıda bahsettiğim doktorları lütfen araştırın, onları dinleyin. hadi ben kaynak vererek konuşuyorum ama klavye kullanabilen herkes konuşuyor. ekşi sözlük'teki cahillerden beslenme tavsiyesi almayın. bu konuda ter dökmüş doktorları dinleyip ona göre bu beslenme biçimini uygulayın ya da uygulamayın. ben kendim tıp alanında bir şey bulmadım ama nerede sesi cılız çıkan, araştırmalarına dayalı konuşan saygın bir doktor varsa onu dinledim çünkü bu adamları sizi zehirleyen gıda şirketleri yok etmeye çalışıyor, söz hakkı bile vermiyor. haliyle ünlenemiyorlar. bunun en büyük örneği robert lustig ama en çarpıcı örnek tim noakes isimli doktor. tim noakes, insanlara düşük karbonhidrat, yüksek protein diyetini önerdiği için galileo davasına benzer bir biçimde bu herifler tarafından yargılandı. herkes dünya düzdür derken dünya yuvarlıktır diyen adamlar bunlar. tim noakes, güney afrika'da çok tanınan, saygın bir doktor ve bu adamın dediğini de birçok insan dinleyeceği için millete şekeri, unu dayayan mısır gevreği şirketleri adamın itibarını yok etmeye çalıştılar. aynı entynin başında bahsettiğim john yudkin'in başına gelen gibi. davayı kazandı ama, iyi haber bu.

    dinleyeceğiniz doktorların niteliği önemlidir. ben yıllardır sağlıklı beslenmeyle ilgili çok araştırma yaptığım için sık sık bu doktorlardan öğrendiklerimi paylaşmaya çalışıyorum. kendi vücudumda da tüm faydalarını bizzat gördüğüm ve deneyimlediğim için de öğrendiklerime güveniyorum. şekerden, undan, ayçiçek/mısır yağlarından ve yapay gıdadan uzaklaştığınızda, aralıklı oruçla vücudunuzu dinlendirip onardığınızda ve düzenli olarak spor yaptığınızda vücudunuzda şunlar oluyor:

    vücut anında daha sağlıklı olmaya ve sizin biyolojik yaşınızı düşürmeye başlıyor. asla kilo almıyorsunuz, fazla kilonuz varsa da vücut kendini ideal kilosuna düşürüyor zaten. şeker ve un miskinliğe yol açtığı için bunlar devreden çıkınca aşırı enerjik oluyorsunuz ve asla yorgun hissetmiyorsunuz. hiç sivilceniz çıkmıyor. saçlarınız gürleşiyor, daha sağlıklı olup parlıyor. üstünüzdeki atlet sırılsıklam olsa bile ter kokmuyorsunuz çünkü içerisi ne kadar sağlıklıysa dışarısı da o kadar sağlıklı oluyor. sigara içenlerin teri kötü kokar mesela. beyniniz sanki önünden bir perde kalkmış gibi çok net ve zehir gibi çalışmaya başlıyor. brain fog'un kalkması bu yani. çok huzurlu ve kaliteli bir uyku çekiyorsunuz. şeker ve un iştahı çok arttırdığı için bunları yemeyince acıkmıyorsunuz ve çok yemeseniz bile tıka basa doyuyorsunuz. cildiniz ve yüzünüz gençleşiyor (bkz: sirtuin) çünkü şu an aralıklı oruç yaşlanma karşıtı hipotezlerin temelini oluşturuyor. açlık sırasında büyüme hormonu devreye girdiği için vücudunuzda bir arıza ya da hastalık varsa eğer vücut bunu yok ediyor. (bkz: otofaji) inanması zor ama kronik hastalıklar olan diyabet, kalp rahatsızlığı, tansiyon, astım gibi hastalıkları vücudunuz yok ediyor. the magic pill isimli belgeselde otistik çocuklarda bile inanılmaz ilerlemeler görüldü, kanser hastaları sadece beslenmelerini değiştirerek kanseri yok etti. doğru benzini verdiğinizde vücudun yapabildiği şeyler inanılmaz çünkü vücudunuz siz ne yaparsanız yapın sizi her zaman yaşatmaya çalışacak. bu yüzden bağışıklık sistemimiz dünyanın en güçlü savunma bakanlığı.

    bakın buraya bunları yazıyorum, yıllar geçtikçe zaten şu an yeteri kadar kanıtı olan bu beslenme şekli çok daha fazla ünlenecek ve itibar kazanacak. o dalga şu an batıdan bize doğru geliyor ve pastacılık kursuna gidip küçük bir kafe açma hayali olanlara kötü bir haberim var: hiç o yola girmeyin, batarsınız. şekerin geleceği yok.

    şeker, zehirdir. bitti.

    edit3: harika mesajlar geliyor, çok teşekkür ederim. biliyorum çok uzun bir entry oldu ama laf lafı açıyor, bildiğim her şeyi paylaşmak istiyorum. tek dileğim, ülkemdeki herkes sağlıklı ve mutlu olsun. size iki adet kitap tavsiye edeceğim: görsel sağlıklı olmak için atalarımız nasıl beslendiyse öyle besleneceğiz. evrim tarihimizi göz önüne aldığımızda insanlık olarak 31 aralık'ta tahıl tüketimine başladık, 31 aralık'ın son saatinde ise şeker tüketmeye başladık. 364 gün et yiyen bir insan vücudu, 365. gün un ve şekerle tanıştı yani. bu şeker de fruktoz veya laktoz değil, sukkaroz. sukkaroz son 150 yıldır var. vücut bunu tanımıyor. haliyle şekerle sistemi bozuyorsunuz. mesela başka bir kanserojen ürün: margarin. siz tüketmeyince margarin raflardan nasıl kalktı? şimdi rafların en ücra köşesinde küsmüş çocuklar gibi duruyorlar. bu da şunun kanıtı: sağlıksız şeyleri eğer toplu olarak yemeyi bırakırsak o rafları yeniden düzenleriz. biz müşteriyiz, hiçbir firmanın bizi zehirleme hakkı yok. talep edeceksin. eğer sen sağlıklı ürünleri talep edersen firmalar da ona göre üretim yapar. bu güç bizim elimizde.

    sağlıksız beslenmek insanların ruh sağlığını bile etkiliyor. fast food yiyenlerin genelde depresif olması ve kelleşmesi bir tesadüf değil, yedikleri şeyler yüzünden öyleler. tekrar sayayım, zehir olan şeyler: şeker, un, ayçiçek/mısır yağı, içinde mısır şurubu olan her şey, tüm hazır paket gıdalar, abur cubur, tatlandırıcılar ve hazır içecekler. alayı... yani bir markette bulunan yiyeceklerin %90'ı sağlıksız. aşı karşıtlığı yapana kadar sizi neyle beslediklerine bir bakın yani. sağlıklı olan tek şey doğal ürünler: doğal beslenmiş kırmızı ve beyaz et, deniz balığı, yumurta, köy peyniri, ev yapımı yoğurt, sebzeler, zeytinyağı, tereyağı, kuruyemiş... hepsi sağlıklı. abur cubur yerine kuruyemiş tüketin mesela. çay, kahve ve su için. çok yemeyeceksiniz çünkü sadece sağlıksız yemek değil, çok yemek de sizi öldürüyor. şöyle bir entrym var: (bkz: anoreksiya nervoza/@jaheira)

    bir de bu söylediğim şeyi deneyen herkes aynı harika sonuçları almış, çok mutlu oldum. en son bir süre şeker tüketmemiş birisi kronik yorgunluğunun geçtiğini, şeker tüketmeye başladığında ise yorgunluğun tekrar geri geldiğini söyledi. başka bir yazar "arkadaşımın babası ileri derece reflü ve kalp hastasıydı. o kadar acı çekiyordu ki mide borusunda doktor en son sinirleri yakalım oradaki demiş. sonra adam şeker ve unu bıraktı, et ve sebze ile beslenmeye başladı. tamamen iyileşti. kolesterol seviyesi yıllar sonra iyi seviyeye düştü hatta doktoru sormuş ne yaptın sen falan diye." diye bir mesaj attı. bir başka yazar ise şöyle bir mesaj attı:

    "merhaba, yazdıklarınızın neredeyse tamamını birebir kendi üzerimde yaşadım. şeker ve ekmek kullanmadığım bir kaç yıl boyunca son derece zinde ve güçlüydüm, düzenli spor yapardım, çok genç göründüğümü söylerlerdi. süper fittim. sonra tekrar ufak ufak abur cubur tüketmeye başladım, ekmek falan ne bulursam giderek arttı ve şu an ne enerjim var, ne psikolojik rahatlığım, uyku vücut direnci yerlerde. kilometrelerce aralıksız koşabilecek efor gücüm varken şu an sanırım 300 metre gidemem ve bu iki yıl içinde oldu, aldığım en az yirmi kilo da cabası. 4 yıl boyunca bir kere bile hasta olmadım, tabi düzenli egzersizin etkili olduğunu düşünüyorum, son iki yıldır çok hasta oldum mesela. bu yazıyı okudum ve tekrar eski halime dönmeye karar verdim, bakalım başarabilecek miyim?"

    hepiniz başarabilirsiniz. bunu deneyen herkes aynı sağlıklı ve mutlu sonuçlara ulaşıyor. ki, tıpta hiçbir şey kesin değildir ve her vücutta aynı sonuç görülmez ama şekerden ve undan arınmış her vücut daha iyi çalışıyor. bunu hepimiz deneyimleyip görebiliyoruz. gıda şirketleri istedikleri kadar reklam ya da lobi yapsınlar, şekerin zehir olduğunu artık saklayamazlar. yemiyoruz cınım.

    edit4: meyve ve alkolle ilgili çok soru soruluyor. tabii ben bu işin uzmanı olmadığımı yeniden belirterek sadece öğrendiklerimi aktarayım:

    bu zehir olan sukkaroz da, meyve şekeri olan fruktoz da, bal da şeker olarak işlem görüyormuş ve karaciğerde birikiyormuş. (balı da asla kaynatmayın ya da sıcak suyun içine koymayın dediler.) çocuk doktoru olan prof. dr. robert lustig şöyle bir örnek verdi: çocuklarda nonalcoholic fatty liver disease diye bir hastalık yaygınlaşmış, bu da alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması demek. fakat çocuklar alkol tüketmez. o zaman cevap ne? şeker. şu örneği verdi: bir meyve olan üzümü fermente ettiğinizde alkole dönüşür değil mi? işte, çocukların çok yediği şeker de karaciğerde alkole dönüşüyor ve aynı alkolün etkisini yaratıyor. çocuklar şeker yediklerinde aynı alkolün bizde hissettirdiği rahatlama, gevşeme ve mutlu olma duygularını tadıyorlarmış. bu yüzden bağımlı oluyorlar tabii. "çocuklarınıza alkol vermezsiniz ama kola içirtiyorsunuz." demişti hatta.

    öğrendiğim kadarıyla alkolle ilgili hepsinin ortak görüşü şu: b.kunu çıkarmayın. sosyal içiciliğe bir şey demiyorlar ama çok sık ve çok fazla alkol tüketimine tabii ki karşılar. en çok tüketilen bira bildiğiniz üzere sıvı ekmek zaten. ama şarabın yararlı olduğunu söylediler fakat çok fazla alkolden kaçının diyorlar. bunu da söyleyince "ee kardeşim, o yasak bu yasak? ölelim mi n'apalım?" denilebilir. doğru. sınırınızı bildiğiniz sürece bir sorun olmaz herhalde. ben mesela nadiren alkol tüketirim. sonuçta sosyal içici olunca arkadaşlarınızla iki tek atıyorsunuz, o kadar da olsun yani. ama şarabı çok severim, onu da genelde bir kadeh, en fazla da iki kadeh içerim mesela. henüz alkolün kendi üzerimde kötü ve kalıcı bir etkisine rastlamadım.

    şu fruktoza geri döneyim: bu dinlediğim doktorlar meyveyi tümüyle kötü ilan etmedi. tek dedikleri şey şu: meyvenin asla suyunu sıkmayın, kabuğuyla ve lifleriyle birlikte tüketin. lifleri yararlıymış. şöyle bir deney yaptılar:

    bir kızın önüne 5-6 tane portakal koydular, diğer kızın önüne de 5-6 portakalla sıkılmış portakal suyu koydular. tüketebildikleri kadar tüketmelerini istediler. portakalı meyve olarak yiyen kız 1,5 portakal yiyebildi ama diğer kız portakal suyunun hepsini içebildi. sonuç olarak da şunu söylediler: vücudunuz 1,5 portakaldan sonra "dur" diyor ama lifleri olmadan 5-6 portakalın suyunu içebiliyorsunuz. bu kadar çok fruktoz karaciğerde tsunami etkisi yaratır ve insülin seviyenizi bozar. bu yüzden asla meyve suyu içmeyin çünkü bu kadar fruktoz karaciğerinize zarar verir, hatta çok meyve yiyen insanlarda işi diyabete kadar götürür. eskiden ortalıkta sukkaroz yokken de şeker hastalığı vardı. bu yüzden nedenini meyveye bağladılar.

    ben mesela meyveyi hiç sevmem ve yemem. çok nadir muz veya üzüm yerim. ekstra herhangi bir takviye de almıyorum ve değerlerim tamamen normal. en iyisi gerekli vitaminleri ve mineralleri etten ve sebzelerden almak. maydanozda bile portakaldan daha çok c vitamini var. ben mesela her gün 10 malzemeli salata yaparım. klasik malzemelerin dışında içine mutlaka havuç ve turp da rendeliyorum. en son zeytinyağı, limon ve zerdeçal ekliyorum. zaten biz sebzeyi kendimiz için değil, bağırsaklarımızdaki bakteriler için yiyormuşuz. özetle: meyveleri meyve olarak lifleriyle tükettiğiniz ve çok yemediğiniz sürece sıkıntı yok. alkolü de çok sık ve çok tüketmediğinizde bir sıkıntı yok. herkese sağlıklı günler dilerim. umarım son editim olur. bildiğimi asla sakınmam. ehehe...
  • yaklaşık 1.5 yıl önce şekeri bırakmış biri olarak ben de kendi tecrübelerimi aktarayım.

    şekeri bırakmadan önce her akşam bir poşet abur cubur alıp o gece hepsini yiyordum. sürekli canım şekerli bir şeyler çekiyordu ve dur durak bilmiyordum. bunun böyle gidemeyeceği belliydi. şekerin zararlı olduğunu okuyup gaza gelince bir gecede şekeri bıraktım. odağım keyfi olarak tükettiğim abur cuburlardaydı; bu sebeple meyve yemekten veya arada bir içtiğim sıkma meyve suyundan, kahvaltıda yediğim baldan, yemeğin yanında gelen pideden kendimi mahrum bırakmadım ve bu kalemlerde tamamen kesmek yerine azaltmaya gittim. çikolatayı*, şekerlemeyi, dondurmayı, jelibonu, araba alan arkadaşın şirkette dağıttığı soğuk baklavayı*, ambalajlı gıdaları tüketmeyi ise tamamen sonlandırdım.

    şekeri bıraktığınız ilk haftalarda çok sık yaşayacağınız bir his var: yoksunluk hissi. gerçekten de vücudunuz şekeri fiziksel olarak istiyor ve yoksunluk duyuyor. buzdolabında şekerli bir şey olmadığını bilmenize rağmen 5 dakikada bir buzdolabının kapağını açıp bakarken buluyorsunuz kendinizi. sanki bir tiryakiymişçesine yoksunluk çekiyorsunuz. bu his yaklaşık 3-4 hafta sürüyor. bu süreç boyunca hiçbir abur cubur tüketmemelisiniz. eğer bunu başarırsanız, vücudunuz bu yoksunluk hissini duymamaya başlıyor ve bir yaz günü bir dondurmanın ne kadar da güzel gideceğini hatırlamanız dışında aklınıza gelmiyor.

    şekeri bırakmayı başardınız ve bir ısırık da olsa şekerlemeli bir şey yediniz diyelim, bu durumda süreç bende başa sarıyor. tekrar "şeker de şeker" diye yoksunluk çekmeye ve duvarları tırmalamaya başlıyorum. 2-3 hafta süren bir yoksunluğa dayandığımda ise yoksunluk hissini yeniden sıfırlamış oluyorum.

    şekeri bıraktıktan sonra cilt ve sivilce sorunlarım azaldı, bir türlü geçmeyen sivilcelerim kendiliğinden geçti (bkz: cilt bakımı yapmak isteyenlere tavsiyeler/#171691815). eskisine göre daha enerjik hissediyorum ve uykum daha verimli hale geldi. ben halimden memnunum, bırakmak isteyenlere de tavsiye ederim. biraz dişinizi sıkmanız gerekiyor sadece.

    not: şekeri ani bırakınca dopamin mekanizmanızda bazı şeyler ters gidebilir bu arada. geçici süreliğine mutsuzluk ya da moral bozukluğu yaşayabilirsiniz, haberiniz olsun.

    debe edit: arkadaşlar bu öylesine yazdığım bir entry'ydi, neden bu kadar etkileşim alıp debe'ye girdi anlamadım. yukarıda kendi tecrübemi anlattım ve ben diyetisyen falan da değilim, diyetisyen kontrolü olmadan birden kesmek ya da hayattan tamamen çıkartmak doğru olmayabilir. ben bu başlıktaki entry'leri okuyup gaza gelmiş bir adamın sadece, oturup adam akıllı araştırmadan bu işe soyundum. benim ipimle kuyuya inmeyin yani*
  • "her şey zehirdirdir,mühim olan dozdur"

    -paracelsus
  • burada 2-3 km yürüyerek tükettiği şekerleri yakabileceğini zanneden uber zekalılar inkar etse de gayet de zehirdir. şeker bir besinse neden karaciğerde işleniyor? neden gerçek besinlerde olduğu gibi bağırsaklarda emilmiyor da aynı alkol ve diğer zehirler gibi karaciğerde işleniyor?

    günde 4-5 saat ağır idman yapan profesyonel futbolcuların ve atletlerin bile fazla şeker tüketenlerinin karaciğerlerinde yağlanma gözlemleniyor ve şekeri bıraktıktan 1 ay sonra o yağlanma ortadan kalkıyor ama ekşici çomarlara göre 2-3 km yürüyünce istediği kadar şeker yiyebilirmiş.

    bok gibi besleniyorsunuz, sonra 30 yaşında kalp hastası olunca komplo teorileri uydurup alakasız şeyleri suçluyorsunuz. hepiniz bill gates aşı yaptı diye şeker hastası oldunuz yoksa boktan beslenmenizle alakası yok.

    dünyanın önde gelen sağlık uzmanları ve bu işe ömrünü vermiş robert lustig gibi profesör doktorlar: "şeker zehirdir, karaciğerde işlenir, metabolizmaya zarar verir, kanser hücrelerini besler, beynin yapısına zarar verir, bağımlılık yapar, hücre yapısını bozar, vücuttaki hormon dengesini bozar, insülin direncini arttırır."

    ekşici çomar: "zehir filan değildir, ben şeker yedim bir şey olmadı."

    aynı ekşici 35 yaşında kalp hastası olunca: "aşı yaptılar ondan oldu."
  • herkes şekeri yakarsan zararlı değildir demiş.

    olum siz ne bilmiş insanlarsınız. ölümüne bilmişsiniz o derece.

    şekerin en büyük zararı kilo yapması değil vücudun insülin dengesini mahvetmesi, ilerleyen yaşlarda tip 2 diyabete kapı açmasıdır ve tip 2 diyabetin her şeye kapı açmasıdır.

    not: sadece şeker şeker değildir. hamurişi, nişasta kaynaklı her besin şekerdir sallayıp durmayın enerji menerji diye.
  • şekertaparların karşı çıktığı gerçek. şimdi şekertaparların iddialarına cevap verelim.

    1-şeker kötü bir şey olsaydı evrim onu bize sevdirmezdi ve tadı bize kötü gelirdi denmiş. ona bakarsan insana zararlı olan çoğu şeyin tadı iyidir. margarinin de tadı iyidir, mcdonalds'tan alacağın yağlı hamburgerin de tadı iyidir. bir şeyin tadının iyi gelmesi onun faydalı olduğunu göstermez.

    2-şeker kötü bir şey olsaydı şeker tüketince mutlu olmazdık denmiş. buna göre sigara, uyuşturucu ve alkol de çok iyi bir şey olmalı.

    3-beynimizin glikoza ihtiyacı var denmiş. senin tükettiğin sofra şekerinin yarısından çoğu fruktozdan oluşuyor. glikoz vücudun kendi ürettiği bir şey. sen hiç şeker tüketmesen de vücudun glikoz üretir yani. vücudun glikoz üretmek için şekere ihtiyacı yoktur. glikoz için şeker tüketmek susuzluğunu gidermek için su yerine mercimek çorbası içmek gibidir.

    4-biraz yürüyerek şekeri yakarsın denmiş. mevzu onu yakmak değil şekerin hormon dengeni bozarak ve karaciğerden geçerek hücrelerin yapısına ve metabolizmana verdiği zararı onarmak. istersen günde 5 saat idman yap şekeri bırakmadan bu zararı onaramazsın. piyasada profesyonel sporcu olup ömrünü idmanlarda geçiren ama insülin bozukluğu olan insanlar var.

    5-meyve de mi yemeyelim? meyveye kimse laf etmiyor. meyvede şeker var ama o şekeri sindirmene yardımcı olacak fiber, lif ve diğer şeyler de var. burada bahsedilen meyve değil katkı maddesi olan şeker.

    6-kaynım 50 sene şeker tüketti bir şey olmadı denmiş. senin kaynın tek başına istatistik olamaz. son 50 yılda dünyada hangi ülke diyetine şeker eklediyse o ülkede obezite, şeker ve kalp hastalıkları oranları katlanarak arttı. çin'de eskiden şeker hastası diye bir şey neredeyse hiç yoktu, şimdi nüfusun %10'una yakınında insülin bozukluğu var.

    7-bilimadamları kolpacı, hepsi yalan söylüyor, büyük resmi görelim. evet bilimadamları yalan söylüyor ama 1 trilyon dolarlık şekerli gıda endüstrisi ve gıdalara binlerce katkı maddesi koyan şirketler doğruyu söylüyor. büyük resmi görmüşsünüz gerçekten.
  • (bkz: her tatlı zehirdir bal hariç her acı şifadır zehir hariç)
  • that sugar movie yi izledikten sonra gelen aydınlanma sonucu araştırmadık, didik didik etmedik yer bırakmadım. yaşadığım dünyadan, devletlerden tiksindim (sanki hiç tiksinmiyormuşum gibi)

    sonra oturdum bu kocaman yazıyı yazdım ; benim hayatım değişti, sizin de değişsin. şimdi hemen elinde cola yı yere bırak ve uzaklaş evlat.

    şekerin zararları

    bir ön bilgi olarak da şunu vereyim endüstriye olan bakışın değişsin. bu gün marketlerde satılan gıdaların %80’ inde şeker var. al bunu da yat uyu şimdi..
  • şekerin yaşamda bir karşılığı var; mızrak fırlatmak, koşmak, tırmanmak gibi birçok aktiviteyi dolu glikojen depolarıyla çok daha iyi yapar insan.

    gelgelelim, bugünün modern yaşamında patlayıcı güce pek ihtiyaç yok. atp döngüsünün selâmetine bel bağlamadığımız bir rutinde ketojenik beslenme çok daha iş görür cinsten. pratik yoldan lif alımı için belli miktarda karbonhidratı diyete dahil etmek akıllıca tabii fakat lifi inülin vb. kaynaklardan aldığımız, mikrolar için ise tablet kullandığımız koşullar ketojenik beslenmeyi ön plâna çıkarıyor fazlaca.

    - - -

    bunun dışında, sakkaritlerin günümüzde sosyal bir olgu olduğunu inkâr etmek de artık bir çeşit sosyopatidir nazarımda. her şey kusursuz metabolizma değil, yaşamın amacı da öldüğümüz güne vücudu tertemiz ulaştırmak değil.

    satmak istediğinde değeri düşmesin diye sevdiği renk yerine buzdolabı gibi bembeyaz bir otomobil alan, bakımını eksiksiz yaptırdığı motoruna "aman fazla mekanik strese maruz kalmasın" diye yarım yamalak iş yaptıran, en keyifli geçecek yolculuklarda bile kabine yiyecek sokmayan, yazın ailecek yapılan kıyı turunda sırf yolu kötü diye en güzel sahil beldelerini pas geçen o huysuz aile babası var ya... heh! anladınız siz onu.

    arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde biranın yanına iki patates tırtıklamayan,
    sevgilisiyle kapıştıktan sonra dondurma kaşıklayarak hiddetini dağıtmayan,
    arkadaşının müstakbel babalık haberini duyduğunda o tepsiden bir baklava alıp arkadaşına selam çakarak ağzına atmayan,
    ev taşırken nakliyeciler için pişirime verdiği lahmacundan sıcak sıcak bir iki tane yuvarlamayan,
    taşra düğününün ertesi günü şehirde kalan akrabalar için glisemik indeksin dibine vurup kavurmalı pilav yapmayan ve gidip gelip yemeyen,
    cenazede kavurduğu helvanın tadına bakmayan,
    ...
    ...
    ...
    bla bla bla... yapmayan insan eksik yaşıyordur arkadaş, havasını soluduğu çevrenin kokusunu bilmiyordur!

    modern insanın bu sakkarit tüketilen zamanları tolere edebilmesi için, telâfi edebilmesi için güzel insanlar hayatımıza süper şeyler sokmuşlar işte; deadlift, squat, bench press, overhead press. compound egzersizlerle, büyük ağırlıklarla, düzenli olarak glikojen depolarını boşaltan insanın başına insülin duyarlılığıyla bağlantılı herhangi bir kötülük gelmez. lûtfen, babişko asuman için lokma döktürüp siz de üç beş tane atın ağzınıza, yaz günü basketbol maçlarınızı da magnum'una yapmaktan çekinmeyin.

    ha, deadlift ile işiniz olmayacaksa liste oldukça uzun;
    alzheimer,
    obezite kaynaklı ortopedik problemler,
    kalp ve damar hastalıkları,
    kanser,
    tip 2 diyabet,
    bla bla,
    rere rörö
    bütün bu hastalıklardan ötürü yaşanacak mental yıkım...

    derdiniz yalnızca tatlı ise, psikolojik olarak tatlı lezzet sizi kurtarıyorsa hatta sağlıklı diyetinize destek oluyorsa...

    gelin gelin, sizin için süper şeylerim var!
    aspartam, asesülfam potasyum, sukraloz, eritritol, hede hödö, bla bla...

    kalorisiz tatlandırıcıların kansere neden olduğuyla ilgili ya da insülin duyarlılığına kötü etkide bulunduğuyla ilgili anlamlı sonuç elde etmiş tek bir araştırma getiren olursa özür dileyeceğim herkesin önünde. yarak kürek tipler, konuya dair bir tane paper okumadan atıp tutmaktan geri kalmıyor. aaa... ne kadar şaşırtıcı! hâlbuki bu ülkede hiç böyle şeyler olmazdı!

    ülkeyi geçtim, dünyanın her köşesinde "ben sizden erken aydınlandım"cı tipler gördükleri her komplo teorisine tuzlukla koşuyor. tıp dünyasında da tatlandırıcıları kendisine hedef edinmiş tuhaf bir güruh var ki... oooyyhh! bak, adamlar sabahlara kadar deneyip insülin yanıtı alamıyorlar ve en son işi farenin karnına aspartam enjekte etmeye götürüyorlar. direkt bağırsağa yaptıkları enjeksiyondan sonra insülin hareketliliği yaşadıkları için kalkıp bir de result yazıyorlar "kalorisiz tatlandırıcıda insülin yanıtı bulduuuğğkk! yaaaayy!" diye. israil'de bir enstitüydü yanlış hatırlamıyorsam bu manyaklığın altına imza atan.

    sokakta boş beleş atıp tutan tipleri dinlemeyiniz, efendim. o "güvenli doz şu kadarmış" korkularını da bir kenara bırakınız zira çalışmalar neticesinde açıklanan ve dünya sağlık örgütü tarafından kabul gören o gramajlar "bunun üzerine çıkarsan sağlığın zarar görür abi" gramajları değil "bu grama kadar kapsamlı çalışma yürüttük ve zararsız olduğuna emin olduk abi, daha büyük kullanım miktarları için yeterli veri yok elimizde henüz" gramajları.

    buraya kadar bana tahammül eden yazarlara keyifli haftalar diliyorum.
  • gerçekten de zehirdir. burada şekerin zehir olduğunu söyleyenler bir sürü kaynak vermiş, akademik çalışmalardan belgesel linklerine, uzmanların bu konudaki röportajlarından makalelere kadar bir çok kaynak vermiş. "zehir değildir" diyenlere bakıyorsun, "yıllardır şeker yiyorum hiçbir şey olmuyor" diye kendinden örnek veriyor. geçenlerde biri de dedesinin sürekli sigara içmesine rağmen 90 yaşına kadar gelmesini anlatmıştı. o zaman sigara da zararlı değilmiş bak.

    şeker zehirdir

    şeker zehirdir

    şeker zehirdir

    şeker zehirdir

    şeker zehirdir

    şeker zehirdir
hesabın var mı? giriş yap