ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek, oylamak, mesaj yazmak için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
çocukken yapılan abukluklar
- ghostbusters filminin etkisinde kalip elektrikli supurgeyle abdest alan babaneyi avlamak.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- "dünyada bilinen 4.300 din var. bir ateist 4.300 ünü reddediyorsa bir dindar da 4.299 unu reddediyor."
ricky gervais
okuduğumda hakikaten yaa olaya bi de burdan bakmak lazım deyip tüm gün böyle gezdim, geniş ufuklu olduğumu söyleyemem zaten bence cehalette mutluluk vardır.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- youtube'da videonun üstündeyken iki kez üst üste sağ klik yaparsak karşımıza farklı bir açılır menü çıkması. bu menüden "döngü" seçeneğini işaretlediğimizde video bittiği zaman kendiliğinden yeniden başlaması ve bu biz durdurana kadar devam etmesi. şahsen benim özellikle şarkı dinlerken aradığım bir özellikti.
sadece chrome'da çalışan bir özellikmiş. firefox ve ie'de işe yaramıyor.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- kuran'da dinozorların, penguenlerin,kara deliklerin, dünyadaki bir çok halkın, kıtanın ve daha bir çok bilimsel keşfin yer almamış olması.
bir de sürekli bloğunun reklamını yapan gerizekalı adnan hocacılar yok
dünyamızı, evren, canlıları kavramak ve gerçekten bilimsel bilgiye ulaşmak için:
1. açık bilim: http://www.acikbilim.com/
2. evrim ağacı: http://www.evrimagaci.org/
3. yalansavar: http://www.yalansavar.org/
bu da adnan hocacılara kapak olsun diye:
4. özgür düşünce hareketi: http://www.ozgurdusuncehareketi.org/
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- ufkunuzu belki ikiye katlamaz ama size gülümsetecek bir bilgi:
bir karınca ölürse diğer karıncalar onun öldüğünü farketmezler. sanki o karınca yaşıyormuş gibi yada hiç yokmuş gibi yanından geçip giderler. ta ki üçüncü güne kadar. eğer karınca yuvada ölmüşse üçüncü gün bir başka karınca onu yuvanın hemen dışındaki çöplüğe kadar yuvarlar.(bu çöplüğe bir nevi mezarlık da denebilir. şöyle bir şey gibi. peki neden hemen değil de üç gün sonra?çünkü karıncalar öldükten üç gün sonra oleik asit adlı bir kimyasal salgılarlar. bu kimyasalın kokusu çürüyen karıncanın kokusudur ve diğer karıncalar bu kokuyu tanırlar. böylelikle ölen karınca yuvadan atılır.
eğlence bundan sonra. karıncalar oleik asit kokusuna o kadar hassastırlar ki onlar için bu kokuyu taşıyan herşey ölü bir karıncadır. karınca uzmanı e. o. wilson da "lan ömrümüzü şu karıncalara verdik şunları bir trolleyeyim" deyip karıncaların yuvalarına oleik asite bandırılmış kağıt parçaları atar. karıncalar da bu kağıt parçalarını dışarı atar. sonra bu wilson'ın aklına başka bir piçlik gelir. bu sefer canlı bir karıncanın üstüne oleik asit damlatır. karınca yuvaya girdiğinde bir başka karınca oleik asitin kokusunu aldığı gibi arkadaşını kaldırıp "ölmüşsün ama gömenin yok " diyerek yuvanın dışındaki çöplüğe atar. bu sırada diğer karınca adeta eve geç gelen sarhoş bir koca gibi hiç itiraz etmez. nasıl itiraz etsin ki? resmen leş gibi oleik asit kokuyordur. talihsiz karınca için tek çözüm yolu vardır: temizlenip yuvaya tekrar girmek. üstünde eğer bir miktar oleik asit kalmışsa bunu da arkadaşlarına "yok be oolum bizim rıza yok mu vefat etmiş ben de onu dışarı attım bu sabah. onun kokusudur ya" diyerek yutturmak. eğer ki gençler bu kokunun sabah vefat eden rıza'dan geldiğine ikna olmazlarsa "ne konuşuyo la bu amk ölüsü?" diyerek yine yakaladıkları gibi talihsiz karıncamızı dışarı atacaklardır.
filmlerde geçen hayali şirket isimleri
- (bkz: erdal bakkal)
akülü araba en büyük çocukluk çağı uktesidir
- türkiye akülü arabalar federasyonu başkanı izzet mehmet çapar'ın.... şaka lan şaka
olm şunun güzelliğine bak ya
şimdiki jenerasyonun çocukları da bunu istiyor mu bilmiyorum ama, bizim jenerasyonda çocukken akülü arabaya ağzının suyu akmayan çocuk pek yoktur herhalde. akülü arabası olan çocuk da pek yoktur.
resmen resimli sözlükte ukte kelimesinin karşılığında akülü araba resmi var lan benim için.
yaran agar.io nickleri
- yerine göre yaran nicklerdir. "dürüm" mesela, her ne kadar komik değilse "kanzuk"tan kaçarken görünce gülmekten oynayamadım.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- celal sengor basligina da yazmistim, ama burayi daha cok ziyaret eden olacagi icin buraya eklemek istedim.
celal sengor'e felsefe'ye nasil baslamaliyim seklinde soru sormustum ve kendisi saolsun bana soyle bir cevap verdi.
"ilgilendiğiniz konularda platon'un diyaloglarından başlamanızı tavsiye etmezdim aslında. platon'u anlamak için yunan felsefesinin sokrat öncesi filozoflar denen kısmıyla antik yunan tarihini ve bilhassa peloponez savaşlarının tarihini iyi bilmek gerekir. mesela herakleitos ile parmenides'i ve pitafor'u bilmeden platon'u anlamak mümkün değildir.
size her şeyden evvel bertrand russell'ın "a history of western philosophy" adlı çok önemli kitabını tavsiye ederim. sonra brian e. magee'nin karl popper adlı minik kitabını okuyunuz ve ondan sonra popper'in şu üç önemli eserini: 1) conjectures and refutations, 2) objective knowledge, 4) open society and ıts enemies. bunlardan sonra joseph campbell' in dört ciltlik "the masks of god"unu okuyunuz. dört cilt sizi korkutmasın. çok rahat ve kolay okunan eserlerdir. o eseri bitirdikten sonra dinlerin kökeni hakkında çok şey öğrendiğinizi göreceksiniz. arkadan gene russell'ın "why ı am not a christian" adlı kitabıyla "science and religion" adlı küçük fakat çok önemli kitabını okuyunuz. bütün bunlardan sonra karl popper'in "the logic of scientfic discovery"sini okuyunuz. tabii almanca biliyorsanız, bu eserin orijinalinin 10. baskısını tavsiye ederim: "logik der forschung". sonra albert einstein'in iki küçük popüler kitabı olan "the world as ı see ıt" (orijinali: meine weltbild: wie ich die welt sehe) ile "out of my later years" (orijinali aus meinen späteren jahren) eserlerini tavsiye ederim.
bunların hepsini okursanız, sonunda kendinizi çok değişmiş bir insan olarak bulabilirsiniz. ondan sonra yunanlılar'a dönün. onlardan bambaşka bir haz aldığınızı göreceksiniz."
sevgiler ve "iyi okumalar"
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- budizm öğretileridir kimi zaman.
"bir zen ustası, bir gün çölde kumlar üzerinde oturmuş meditasyon yapmaktadır. bir adam ona yaklaşır ve şöyle der:
- beni öğrencin olarak kabul et.
usta, parmağıyla kumlar üzerinde düz bir çizgi çeker ve şöyle der:
- kısalt!
adam, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
usta der ki:
- git, bir sene sonra tekrar gel.
bir yıl geçer. adam ustaya yanaşır, usta, yine bir çizgi çizer ve der ki:
- kısalt!
adam, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır.
usta yine kabul etmez ve der ki:
- git, bir dahaki sene yine gel.
1 yıl daha geçer. usta, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve adamdan onu kısaltmasını ister.
bu kez, adam der ki:
- bilmiyorum.
ve ustadan cevabı kendisine söylemesini rica eder.
usta, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker ve der ki:
- şimdi kısaldı.
bu hikaye, buddhist kültüründe ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir.
düşmanlarınla veya diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, bunlar sana da zarar verir. senin olgunlaşıp ilerlemenle onlar kendiliğinden yenilgiye uğrarlar."
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- kadınların araç kullanımında erkeklere kıyasla neden başarısız olduklarını evrimsel süreçle açıklamaya çalıştım, okumanızı öneririm:
insanoğlunun evrimsel süreçteki gelişimine baktığımızda karşımıza nispeten enteresan sonuçlar da çıkmaktadır. ben bu konuda daha çok dişi ve erkek bireylerin beyin gelişimi üzerinde duracağım.
şu an için daha iyi bir görsel bulamadım, ancak anlamınız için bu da kafi: burada erkek ve dişilerin farklı beyin gelişimlerini görüyorsunuz (kadın beyni -vücutlar baz alınırsa- erkek beynine göre daha büyüktür. yani kadınlar vücutlarına göre daha büyük bir beyin taşırlar, ama vücutları baz almazsanız erkeğin beyni daha büyüktür.)
kadın beyni iki yarımküre arasında çok daha fazla etkileşim halinde iken;
erkek beyni tek yarımküre arasında daha çok etkileşim halinde.
bu ne demek oluyor?
bu şu demek oluyor: yapılan bilimsel araştırmalarda da kanıtlandığı gibi erkekler evrimsel gelişimde daha atik, daha seri hareket etme, hızlı karar alıp-uygulama gibi işlerde kadınlara göre çok daha başarılılar. yani en uygun ifadesiyle erkekler daha ''çılgın'' gibi hareket edebiliyorlar. erkeklerin mekansal bilgileri daha iyi kavrayıp hareketlerini daha iyi yönetebildikleri de biliminsanları tarafından açıklandı.
kadınlar ise sosyal yaşamda, ikili ilişkilerde, etkili diyalog kurma ve karşısındakini daha iyi anlayıp kendini başarılı ifade edebilme gibi günlük hayatın temel koşullarında daha iyi bir profil çiziyor. buna ek olarak kadınlar erkeklere kıyasla çok daha dikkatli davranıyorlar ve yüz tanımada erkeklere göre yine daha başarılılar ve bebek bakma gibi çok zor bir sürecin de kilit rolünü oynayabiliyorlar.
peki bu farklılık günlük yaşamda karşımıza ne gibi sonuçlar çıkartıyor? çok basit ama somut bir örnek vermek gerekirse kadınların araba kullanımındaki başarısızlığını hepimiz biliyoruz. feminist arkadaşlar şu anda bu satırları okurken belki bana küfredecekler ama ben tamamen mantıksal çerçevede olayı bilimsel olarak analiz etmeye çalışıyorum. kadınlar araç kullanımında daha başarısızlar, zira az önce erkeklerde saydığım o hızlı karar alıp verme, atik ve tehlikeli davranma gibi şeyler kadınlarda yok. hal böyle olunca, trafikte önüne bir şey çıktığında donup kalan yahut sıkışık trafikten çok bunalıp bir türlü çıkamayan kadın sürücüleri görmemiz doğal oluyor.
zaten evrimsel gelişime baktığımızda atalarımızın avcı/toplayıcı hayatta nasıl yaşam sürdüklerini bugün az çok biliyoruz. avlanmaya çıkıp vahşi hayvanlarla mücadele edip tabiri uygunsa evine bi parça et getirmeye çalışan hep erkekler olmuştur. bu da doğal seçilim yoluyla sonraki nesillere aktarılmış ve doğada hayatta kalabilmek için risk alıp savaşmak, her zaman hızlı olmaya çalışmak ve atik davranmak insanların zorunlu oldukları temel davranışlar bütününü oluşturmuştur. tarihsel sürece baktığımızda ise daha sonraki evrelerde, dönemin ilkel arabası diyebileceğimiz at sırtına binip ok atmak gibi temel yaşamsal koşullar da evrimsel sürecin bu yönde gelişmesine epey katkı sağlamıştır. arabaya binip bi elde direksiyon çevirmeye çalışıp, diğer elle vites yükseltip küçültürken aynı zamanda debriyaj-gaz-fren üçlüsünü de kontrol altına almaya çalışmanın; at sırtına binip de bacaklarla atı kavrayarak onu hakimiyet altına almak ve sert yayları çekip nişan alıp ok atmak arasında temelde hiçbir fark yok.
zaten trafiğin erkeklere göre dizayn edildiğini söylememe lüzum da yok sanırım.
hülasa hayatta kalma becerisine kim daha çok sahipse, genetik olarak bu diğer doğacak nesillere de aktarılmış ve seçilim bu yönde kendini tamamlamış. bu araç kullanma beceresi için çok basit olarak ''erkek çocukları çok küçük yaşlarda direksiyon başına geçiyor, ondan onlar daha iyi araba sürüyorlar'' da diyebilirsiniz. ancak unutmayın ki kadınlara da testosteron hormonu verildiğinde onların tıpkı erkekler gibi araç sürebildiği yine bilim camiasında kanıtlanmıştır.
uzun bi zamandan sonra düzenleme: evet bu düzenlemeyi yapmak zorunda kaldım, çünkü işbu yazıyı okuyan sevgili hanımefendi arkadaşlarımız sağ olsun her seferinde bana nefretlerini kustular. bana ''kadın düşmanı zır cahil'' şeklinde ağır ithamlarda bulunanlar olduğu gibi, meselenin bilimsel/evrimsel kısmını bir kenara itip tamamen ''ama erkek sürücülerin çomarlıklarını nasıl görmezsin! bizi sürekli trafikte sıkıştırıp taciz eden siz erkekler değil misiniz!?'' şeklinde absürt tepkiler veren de oldu.
arkadaşlar, değerli hanımefendiler... bugün günlük yaşamda meydana getirdiğimiz eylemlerin çoğunu biz zaten bilinçli şekilde yapmıyoruz. biz, binlerce yıldır süregelen genetik kodlarımızın inşa ettiği algoritmalarımızın istediği şekilde gayri ihtiyari hareket ediyoruz. yani genlerimizde ne yazılıysa, atalarımızdan bize ne miras kalmışsa, biz bugün onu günlük yaşamda canlandırıyoruz. ben bu yazımda ne kadınları küçümseme gayesi güttüm, ne de başka kötü bir niyet besledim... bugün kadınların günlük yaşamda başarısız/noksan kaldıkları konular olduğu gibi erkeklerin de başarısız/noksan kaldıkları konular olabiliyor. bunu dile getirdiğim zaman bana neden ateş püskürüyorsunuz ki? ben kimseye iftira atmıyorum, kimseyi küçümsemiyorum. ben sadece var olan evrimsel bir gerçeği dile getiriyorum. yani ortada bir gerçek var ve siz o gerçeği açıkça dile getiren yazarlara kızarak örtmek istiyorsunuz.
lütfen! lütfen kadınsal içgüdülerinizi bir kenara bırakmaya gayret ederek meseleyi birazcık olsun objektiflik içinde analiz etmeye çalışın.
erkek sürücülerin trafikte yaptığı çomarlıklardan, bir erkek olarak ben bile çok rahatsız oluyorsam ve bazen zor durumda kalıyorsam, siz kadınların kalması gayet normaldir. bunu inkar etmiyorum, elbette böyle bir gerçeği gözardı edemem. fakat dikkat edin, ben konuyu tamamen bilimsel açıdan ele almaya çalıştım. erkeklerin yaptığı çomarlıklar başka bir konuya pencere açıyor. o konu, bu yazdığım yazının konusu olamaz. o yüzden rica ediyorum artık şu basit yazıyı okuduktan sonra bana ''kadın düşmanı pislik!'' gibi zevzekçe söylemlerle gelmeyin, cidden doldum taştım artık... yeter. kadınsal içgüdülerinizi bir kenara bırakmayı deneyin mümkünse ve gelin öyle tartışalım.
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
- bir kedi sever olarak ikinci dünya savaşında deniz savaşlarına katılmış bir kedinin hikayesini anlatmak istiyorum.
unsinkable sam ya da türkçesiyle batmaz sam.
hikayemiz ikinci dünya savaşında geçmekte. bu sefer kahraman insan değil bir kedi
nazi almanyası atlantik okyanusunda ticarete uboot’ları ile büyük darbe vuruyordu. fakat hedef daha büyüktü bu ticareti kökünden bitirmek için rheinübung hareketine başladılar ve o dönemde insanlık tarihinin görüp görebileceği en mükemmel gemiyi inşa ettiler bismarck.
gemide 2065 personel ve oscar adında bir kedi vardı.
fakat bismarck’ın ömrü sadece 9 gün sürdü. ingilizler batan bismarck’tan sadece 100 personeli kurtardı geriye kalan personeli "o bölgede mayın var tehlikeli" diye red etti ve çoğu mürettebat boğularak öldü.
oscar da kurtulan denizcilerden biri hms cossack destroyerine alınmış ve gemide hayatına devam etmiş.
fakat hms cossack cebelitarık boğazında uboot avlayan bir gemi olduğu için pek rahat bir hayat yaşamamış sam.
uboot’tan gelen bir torpido hms cossack’ın pruvasını havaya uçurmuş. bu halle limana getirilmeye çalışılan hms cossack çıkan bir fırtınada batmış.
sam’ın şansına bu sefer onu legion destroyeri kabul etmiş. sam’ı limana taşımışlar. burada uçak gemisi ark royal mürettebatına tanıtılmış.
tümamiral sam'ın ark royal güvertesine çıkış anı
ark royal uçak gemisi bismarck’ı batırmaya çalışan gemilerden biri. ark royal kaptanı bu kedi bismarck gemisinden sağ kurtulanlardan birimi diye sormuş evet cevabını almış.
merhaba eski dostum güverteye hoş geldin bundan sonra sen bu donanmanın maskotusun ve adında sam, batmaz sam demiş.
fakat aksiyon eksik olmuyormuş o dönemde. ark royal gemisi de bu aksiyondan nasibini almış ve 1941 yılının kasım ayında alabora olup batmış.
aslında uboot torpidosu batırmış.
zavalı sam bir uçak kanadına tutunup cebelitarık’a kadar denizde sürüklenmiş.
batıl inançlı bazı tayfa batmaz sam’ın uğursuz olduğuna kanaat getirmiş ve denize çıkmasına karşı çıkmışlar.
sam ömrünün geri kalanını cebelitarık valisinin konağında geçirmiş ve huzur içinde ölmüş
ya işte böyle nankör bir canlıdır insan sam efendi.
pubg oynamayan erkek
- counter strike 1.6’ yı zirvede bırakan erkektir.
yaşlandıkça bilgisayar oyunlarından zevk alamamak
- 20.000 tl lik oyun bilgisayarım var rtx 2080
piyasadaki bütün popüler oyunlara sahibim
0 zevk alıyorum hiçbir oyunu oynayasım gelmiyor
sanırım bizden geçmiş yaş 32 malak gibi yatıyorum şu an daha zevkli
japonya
- 2011 yılında japonya’nın doğu kıyısında deprem ve tsunami yaşandı. bu felaket fukuşima nükleer santralini etkiledi ve reaktörler eridi. bu yüzden santralde tonlarca radyoaktif su birikti. bu su arıtılıp tanklarda depolanıyor fakat yer kalmadı artık. ne yapılacağı sorunu ortaya çıktı.
bu sorunla ilgili olarak japon hükümeti geçen sene bir karar aldı. radyoaktif suyu okyanusa bırakmaya karar verdi. hükümete göre bu radyoaktif su zaten arıtılıyor, sadece trityum kalıyor içinde. o da zararsız bir şey, doğada da var deniliyor. uluslararası kuruluşlara sunulan plan da onayladı. ancak herkes mutlu değil.
komşu ülkeler, balıkçılar, çevreciler bu plana karşı çıkıyor. radyoaktif suyun denize zarar vereceğini, balıkları öldüreceğini, insanlara bulaşacağını söylüyorlar. trityumun da zararlı bir şey olduğunu, uzun vadede biyolojik etkileri olduğunu savunuyorlar. japon hükümetinin de şeffaf davranmadığını, bilimsel kanıtları paylaşmadığı konusunda eleştiriyorlar.
tüm bunlar olurken japon hükümeti acele ediyor. geçtiğimiz gün radyoaktif suyu önümüzdeki aylarda okyanusa bırakacağını duyurdu. santrali sökmek için yer lazım olduğunu belirtti. suyu izleyeceğini, seyrelteceğini ve güvenli olacağını iddia etti. fakat kimse pek inanmıyor.
bu planın gerçekleşmesi halinde ne olur bilen yok. bazı uzmanlar, suyun okyanusun büyük bir kısmına yayılacağını ve radyasyon seviyesinin çok azalacağını ileri sürüyor. bazıları da suyun bölgesel olarak kalacağını ve deniz canlılarına zarar vereceğini iddia ediyor. insan sağlığına etkisi ise doza bağlı olarak değişiyor.
her iki durumda da insan nesli, doğaya zarar verme konusunda istikrarını görüyoruz ki koruyor. uluslararası toplum da bu durumla fazla ilgilenmiyor. bölgedeki balık ve deniz ürünleri kullanımının azaltılması faydalı olabilir. ancak bunun da çok faydası olur mu bilemiyorum.
kaynak
theguardian
dw
cnn
theconversation